15 Mart 2010 Pazartesi

Çöplükte açan çiçekler misali




Nick Cave, sanatçı kişiliğini, muazzam şiirsel liriklerle yüklü şarkılarla hissedilir kıldığı müzisyen kimliğiyle sınırlamadığını Ve Eşek Meleği Gördü romanıyla ispatlamıştı. Müzikseverlerin gönlünde kurduğu tahtla yetinmeyeceğinin, edebiyat âleminde de kendine özgü bir dil ve üslupla yerini alacağının müjdesi niteliğindeki Ve Eşek Meleği Gördü, Nick Cave’in yazar olarak da en az müzik alanındaki kadar kült bir isim olacağını simgeliyordu. Uzun zamandır, tadı damağımızda kalan bu eserin arkası nasıl gelecek acaba diye merakla beklemekteydik. Ve sonunda, Ve Eşek Meleği Gördü’den yirmi yıl sonra yazdığı yeni romanı Bunny Munro’nun Ölümü ile Nick Cave tekrar huzurlarımıza arz-ı endam etti.




Bunny Munro’nun Ölümü’nde de yazarlık mahareti bağlamında Nick Cave’in umutlarımızı boşa çıkarmadığını en baştan ifade etmeliyiz. Cave, karanlık öğelerle bezeli ironik bir umursamazlığın dilini kullanarak, romanın baş karakteri Bunny Munro’yu ölümüne kadar uzanan süreçte yakın plan ayrıntılarla takip ediyor. Bunny’nin ölümünün yakın olduğu zaten kitabın en başından beri vâkıf olduğumuz bir enformasyon (Nitekim romanın adı bile bunu açıktan ilan ediyor). Tabii, Bunny’nin sonunun yaklaştığını zaten biliyor olmamız, sefil ve trajik olaylarla şekillenen bir yaşamın son günlerinin dramatik/duygusal bir tonda aktarıldığı anlamına gelmiyor. Kendi sonunun geldiğinin bilincinde olan bir adamın hikâyesi, hayatı boyunca inancını fazlaca yitirmediği, çok güvendiği “dayanılmaz ve adlandırılamaz cazibesi”nden bir an bile mahrum bırakılmadan anlatılıyor.




Kitabımızın ‘kahramanı’ Bunny Munro, İngiltere’nin Brighton kentinde yaşayan bir pazarlamacı; kapı kapı dolaşıp kadınlara kozmetik ürünleri satmakla iştigal ediyor kendisi. Bu vasat iş, gem vuramadığı cinsel arzularına ve fantezilerine de alternatif olasılıklar sağladığından Bunny tarafından profesyonel tarzda benimsenerek icra ediliyor. Gününün çoğunu sarhoş ve bitkin vaziyette geçiren Bunny, ancak söz konusu kadınlar olduğunda enerji patlaması yaşayabiliyor, kendini inisiyatif almaya motive edebiliyor. Bunny’nin hayatının pazarlamacılık bölümü, kozmetik ürünleri hakkındaki katalog bilgisi ve kadınlar hakkında geliştirdiği muzip yorumlarla dolu. Hayatının diğer kısmında ise, Bunny Munro’nun evinde onun yolunu gözlemekle meşgul bir eşi ve dokuz yaşında Bunny Junior isminde bir oğlu mevcut.




Bunny’nin tutkulu bir ilişki sonrasında evlendiği Libby, yıllar içinde Bunny’nin sistematik hale bürünmüş olan ihanetlerinden yılmış; kronik depresyon ve ruhsal bunalımlardan mustarip, yaşam yorgunu bir karakter. Artık Bunny’ye yönelik umutlarını tamamen kaybetmiş, sıkıntılarına çözüm üretemeyecek kadar dibe vurmuş durumda. Nitekim kitap, Libby’nin her zamanki rutin ruh halinde, psikolojik bir buhran içinde Bunny’yi evde beklemesi, ama Bunny’nin söz geçiremediği cinsel dürtüleri nedeniyle bir şekilde sağda solda oyalanarak yine eve gecikmesiyle açılıyor. Ama bu rutin akış, Libby’nin –oğlu Bunny Junior’ın evde olduğu saatlerde– kendini yatak odasına kilitleyip intihar etmesiyle, her zamankinden farklı biçimde sonuçlanıyor.




Bunny bir yandan, bütün ihanetlerine rağmen samimi bir şefkatle sevdiği Libby’nin intiharı karşısında şaşkına dönerken, bir yandan da o güne kadar fiili olarak hayatını pek de meşgul etmemiş oğlunun somut varlığını keşfediyor. Küçük Bunny Junior, bütün bu dramatik tablonun ortasında baş başa kaldığı babasına koşulsuz bir sevgiyle bağlı. Bunny’nin, erkek kimliğinin en hayvani dürtüleriyle yüklü yontulmamış bir zamparalıkla dolu yaşam tarzında bir çocuğa yer olmadığı açık. Ama küçük Bunny Junior’ın babasına olan fiziksel benzerliği nedeniyle, damadından nefret eden kayınvalidesi tarafından bile istenmemesi, Bunny’ye bir nevi zorunlu babalık mesaisini dayatıyor. Bunny’nin bu mesai için harcadığı emek ve çaba da kendine özgü tabii ki.




Böylelikle Bunny Munro’nun Ölümü, Bunny karakterinin tüm kokuşmuşluğunu, Bunny Junior’ın saflığı ve masumiyetiyle dengeleyerek kendine has bir baba-oğul ilişkisinin tasvirine girişiyor. Bunny’nin kendi babasıyla olan sorunlu geçmişine de referanslar vererek, Bunny’nin oğluyla geçirdiği zaman aralığında bu ikilinin öyküsüne odaklanıyor kitap. Bu noktada, sakın Bunny’nin baba rolüne uyum sağlama adına alıştığı yaşamdan koptuğu klişe bir arınma hikâyesi aktarılacağı sanılmasın. Bunny, oğlu yanındayken de zil zurna sarhoş gezmeye, her gördüğü kadının arkasından koşmaya, kısacası bildiği gibi var olmaya devam ediyor. Tek fark, yanında bir de oğlunun bulunması oluyor aslında. Hatta, Bunny Junior o kadar iyi bir çocuk ki, bizzat şahidi olduğu annesinin ölümünün ardından bile ayakta kalabiliyor ve babasının arkasını toplamayı, ona yardımcı olmayı gönüllü olarak üstleniyor.




Nick Cave, genel geçer ahlaki kriterlerle karakterlerini yargılamıyor ve böylesi yaşamlar dahilinde bile sevginin, bağlılığın, insancıl temasın vücut bulabileceğinin altını çiziyor. Geçerli ahlak kodları düzleminde kötücüllüğün, sorumsuzluğun sembolü olarak gösterilebilecek Bunny, esasında oğluna, hatta eşine derin bir sevgi besliyor. Kendi felaketine doğru adım adım yürürken bile, hayranlıkla yanında dolaşan oğluyla arasındaki ifade edilemez bağı hissetmemek elde değil. Bunny’nin babasının kendi hayatında yaratmış olduğu travmatik soğuklukla, oğluyla arasındaki tarifi imkânsız sıcaklık arasındaki açı farkı, Bunny Munro’nun Ölümü’nün esas tematik meselesini oluşturuyor aslında. Bu bağın dolayımsız tarifinde, söz konusu hissiyatın okuyucuya nüfuz edebilmesinde ise Nick Cave’in yazarlık becerisi belirginleşiyor.




Cave, Bunny karakteri vasıtasıyla koşulsuz hazzın peşinde koşmanın ve ironik bir aldırmazlıkla dibe doğru dalmanın izini sürerken, bir yandan da ısrarla, çöplükte açan çiçekler misali sevgi, şefkat gibi duyguların alışıldık paradigmatik ölçütlerini tersyüz ediyor. Toplumsal değer yargılarının çizdiği sınırların kıyısında gelişen bir hikâyenin ekseninde bir baba ile oğulun ilişkisini tekinsiz, mizahi bir üslupla anlaşılır kılıyor. Bunny Munro’nun Ölümü, hem dokunaklı hem esprilerle yüklü, hem trajik hem de komik…




Nick Cave’in sinematografik bir bakış açısıyla kurguladığı romanını, sanırım en rafine biçimde yazar Irvine Welsh tanımlıyor: “Franz Kafka, Benny Hill ve Cormac McCarthy, Brighton sahilinde bir araya gelselerdi Bunny Munro’yu yazarlardı herhalde.” Evet, fazla söze hacet yok, Nick Cave’in şarkılarından da alışık olduğumuz çok boyutlu ve derinlikli karakterler, sıkı ve pervasız bir dille roman formunda karşımızda. Bunny Munro’nun Ölümü hakikaten değerli ve dokunaklı bir roman.


- Gökhan Gençay. (Bu yazı Halk Bank Kültür Durağı web sitesinde yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder