9 Nisan 2010 Cuma

Konusuz ve biçimsiz?


Oturduğumda, hayatı ve hayatlarımızın nasıl konusuz ve biçimsiz olabileceğini, bunun da kendimizi büyük bir öykünün parçası gibi hissetme zorunluluğu doğurduğunu düşündüm. Sonra yazarları düşündüm, nasıl tüm yazarların kitaplarını nasıl bitireceklerini bildiklerini, son bölümü, son paragrafı, sondan bir önceki cümleyi, son cümleyi yazıp ardından SON kelimesini koymayı planladıklarını düşündüm. Bunun ardından, yazarın beyninde, o son duvara çarpmak üzere olduğunu algıladığında meydana gelen psişik bir sıkışma olması gerektiğine karar verdim. Tüm yazarlar, varlığından bile haberdar olmadıkları bir şeyi sıkıştırmış olmalılar beyinlerine; eser bittiğinde, geride mikroskobik de olsa bir pırlanta parçası kalmalı.

Yürüyerek otoyola döndüm, arabaya bindim ve kütüphaneye gittim. Kurmaca bölümüne girip o küçük arabalardan birini aldım ve rasgele yüz kadar roman seçtim. Fotokopiye götürüp hepsinin son iki sayfasını kopyaladım. Bunları zımbaladım ve eve götürüp okudum.

Pırlanta buldum mu? Bilmiyorum.

Ben de paralel evrenimde seni ve gerçek dünyada yaşarken bizi tanımlayan ışığı ve karanlığı düşünüyorum; iki yıl önce göl kıyısında kamptayken elini gaz lambasında yakmanı, geçen yıl sahilde, ayakkabılarımı çıkarıp yakamozlarla ışıldayan köpüklerin arasında yalınayak yürümemi istemeni, her sabah ille gözüne giren güneş ışığından kurtulmak için kornişe yakın bir yerdeki küçücük boşluğu nihayet koli bandıyla kapatmanı ve içimizde gerçekten kan dolaştığından emin olmak için parmaklarımıza fener tuttuğumuz geceyi düşünüyorum.

Şimdi paralel aşksız dünyamda yalnız yaşıyorum, ışık kaynakları veya karanlık alanlar arıyorum, bir işaret veya bir davet bekliyorum, bu bir kıvılcım mı olacak alev mi, gölge mi olacak tünel mi merak ediyorum, tüm bu sırada ise o işaret geldiğinde ne yöne hareket edeceğimden hiç emin hissetmiyorum kendimi.


(Üç Harfli Kelime Aşk - Douglas Coupland. Çeviren: Sıla Okur.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder