29 Kasım 2010 Pazartesi

Tilkiler!

Bir yılın sonuna yaklaşırken, durup soluklanma ve haftalık, aylık, yıllık, artık hangisi lazımsa o şekil bir özet yapma vakti. Yeni kitaplar da yolda, onları duyurma zamanı geldi sanıyorum.

Bu sayfalarda Etgar Keret'ten çok bahsettik, Keret de basında epey yer aldı. Keret ile ilgili bir küçük sürprizimiz daha olacak, ilerki günlerde yine bu sayfalardan takip edebileceksiniz. Basında Keret'e dair ne olup bittiğini anında görmek için twitter sayfamızdaki güncellemeleri kaçırmayın.

26 Kasım 2010 Cuma

Çekiç ve çivi


Geçtiğimiz hafta, Youtube'da en çok izlenen videolardan biri -Apple'ın en popüler iPhone uygulamalarından bir olan- Angry Birds üzerinden İsrail-Filistin barış görüşmelerini alaya alan bir parodi olmuş. Altındaki yorumlar, videonun kendisinden daha düşündürücü aslında, Mark Twain'in söylediği iddia edilen o meşhur sözü anımsatıyor: "Elinde çekiç olana, her şey çivi gibi gözükür." Etgar Keret'in Avustralya'da Radio National ile yaptığı söyleşiden bir pasajla devam edelim - söyleşinin bu kısmında Etgar Keret Gazze Blues'da yer alan ve bir kısmını bu blogda da okuyabileceğiniz Tuvia'nın Vuruluşu öyküsünden ve biraz da, çekiçlerle çivilerden bahsediyor.


Soru: “Tuvia’nın Vuruluşu” adlı öyküden söz edelim, ki bir köpeğe dair. Kendine “sadık bir köpeğin sınırları nedir?” sorusunu sorup öyküyü oradan mı geliştirdin?

24 Kasım 2010 Çarşamba

Ejderha



Ben rüyamda ejderhalar görürüm. Küçüklüğümde, eski şehrin altında bir ejderha yaşadığını söylemişlerdi bana. Ejderhayı, binaların çevresinde siyah bir duman gibi kıvrılarak dolaşan, kilerlerin arasındaki çatlakları dolduran, maddesiz ama hep var olan bir şey gibi hayal ettim. Ejderhayı böyle düşlemiştim, geçmişi de böyle değerlendiriyorum. Dumandan ibaret kara bir ejderha gibi. Gösteriye çıktığımda, ejderha tarafından yenmiş ve geçmişin parçası haline gelmiş oluyorum. Sahiden yedi yüz yaşındayım. Krallar gelip krallar gidiyor. Ordular geliyor; ya da dağılıp uzaklaşıyorlar ya da geride sadece yıkık binalar, dullar ve yetim çocuklar bırakarak geri gidiyorlar.

Ama heykeller kalıyor, duman ejderhalar da, geçmiş de.


(Neil Gaiman - Üç Harfli Kelime Aşk. Çeviren: Sıla Okur.)

22 Kasım 2010 Pazartesi

Yazı hariç



Bir öykü kaç farklı biçimde anlatılabilir? E-kitaptan iPad'e teknolojinin farklı kanalları üzerinden okuma tecrübesinin dönüştürülmesi tartışmaları süredursun, Her Şey Aydınlandı ile Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın'ın 1977 doğumlu yazarı Jonathan Safran Foer bambaşka bir projeyle çıktı karşımıza. Yeni bir kitap, Tree of Codes (Şifre Ağacı.) Kitabın ilginç yanı, Foer'in yeni metni olmasından öte aslında eski bir kitaptan 'yapılması.' Şifreli konuşuyor gibi miyim bilemiyorum, ancak anlatacağım kitap bugüne değin bildiklerimizden tamamen farklı, dolayısıyla doğru ifadeyi seçmek pek kolay değil. Foer, Şifre Ağacı'nı, tamamen Bruno Schulz'un Krokodil Sokağı isimli kitabındaki sözcüklerle üretmiş; şöyle ki Foer'in kitabı Bruno Schulz'un metnindeki sözcüklerden oluşuyor, tabii Foer dokunuşuyla. Foer, Schulz'un kitabını yer yer kesip yer yer kimi kelimeleri örterek Schulz'unkinden tamamen bağımsız olan kendi öyküsünü dökmüş sayfalara...

İşin bir de teknik tarafı var tabii. Bu proje için matbaa bulmak pek kolay olmamış, burada matbaa makinelerinin ayrıntılarına girecek değilim ancak sadece baskıya yönelik tekniklerin 'kasıtlı' kesikler karşısında geçerli olamayacağının altını çizelim, ötesini irdelemek işin meraklılarına kalsın. Sonuçta ortaya, Schulz'un kelimeleriyle anlatılan Foer'in öyküsü çıkmış. Kitap, aynı zamanda kendi başına tasarımsal bir obje haliyle. Bu özel kitap, önceki Foer kitapları kadar yüksek adetlerde baskı göremeyecek; 2011 yılının Ocak ayında piyasaya çıkacak olan kitabın satış fiyatı Amazon'a göre 40 USD ki bu da kitabın büyük kitlelere ulaşmasını engelleyecek bir faktör. İlginç olan fikrin kendisi; bu blogda da sık sık meylettiğimiz metinleri metinlere bağlama ya da bir metni diğerine sıçrama tahtası olarak algılama hadisesi Şifre Ağacı ile bire bir vuku bulmuş oluyor. Schulz'un Krokodil Sokağı önceki yıllarda Can tarafından yayımlanmış. Schulz'un metnin orijinalini Lehçe yazdığı ve Foer'in kendi öyküsünü Schulz'un İngilizce çeviri metni üzerinden anlattığı düşünülürse, dolaylama unsuru katlanıyor üstelik.

Şifre Ağacı çıkmadan önce benim kendi projem, Krokodil Sokağı'nı okurken Foer'in öyküsünü hayal etmeye çalışmak olacak.

Şifrelerle yüklü kitaplar pek çok elbette, onlardan birinden, Kara Kitap'tan bir alıntıyla bitirelim biz yazımızı: "Çünkü hiçbir şey hayat kadar şaşırtıcı olamaz. Yazı hariç. Yazı hariç. Evet tabii, tek teselli yazı hariç."


19 Kasım 2010 Cuma

Kitaptan güzel

Bu sayfalarda sık sık yer verdiğimiz ve çok sevdiğimiz Patti Smith, ünlü fotoğraf sanatçısı Robert Mapplethorpe ile geçirdiği NY'daki gençlik yıllarını konu alan anı kitabı Just Kids ile Ulusal Kitap Ödülü'ne (The National Book Award) layık görüldü. Ödülü alırken teknoloji ne denli ilerlerse ilerlesin kitabın yüz üstü bırakılmaması gerektiğini söyleyen Smith, maddi dünyada kitaptan güzel bir başka şey bulunmadığını da eklemiş. Ne diyordu Morrissey; Handsome Devil şarkısında, There is more to life than books you know, but not much more.

Just Kids, Patti Smith'in sadece gençliğinden değil, kitaplardan ve onu etkileyen yazarlardan da bahsederek anlattığı bir öykü; sanıyorum kısa süre içinde Türkçeye de aktarılacak (Domingo Yayınları). O zamana değin, tatilde olan blog okuyucularımıza Patti Smith'in blogundan birkaç öneri aktaralım biz de.

Okunacak: Roberto Bolano - 2666; Pier Paolo Pasolini - Öyküler.

Dinlenecek: Wooden Ships - Jefferson Airplane.

Tüketilecek: Kağıt bardakta espresso.

Öneriler Patti Smith'ten, biz sadece aracıyız, unutmayın. Resimde Robert Mapplethorpe ve Patti; sadece gençken.

Kahveniz, kitabınız, keyfiniz bol olsun.

17 Kasım 2010 Çarşamba

Özel bir gün

Otobüs duruyor, sürücü sana gülümsüyor, camlar ışıl ışıl, cebinde de bolca bozukluk var. Sol taraftaki tekli koltuklardan biri, en sevdiğin, üstüne adın yazılmış gibi, seni bekliyor. Otobüs kalkıyor, ışıklara yaklaşırken yeşil yanıyor ve yanında ay çekirdeği çitleyen adam, kabukları bir kesekağıdına dolduruyor.

Yaşlı biletçi, biletini istemiyor. Şapkasını eğip selam vererek çok hoş bir sesle iyi günler diliyor.

İyi de bir gün olacak. Çünkü senin doğum günün. Tazesin, güzelsin, önünde kocaman bir hayat var. Dört durak sonra kolu çekeceksin ve sürücü duracak, sadece senin için.

Otobüsten ineceksin, kimse sana omuz atmayacak ve sen inmeden kapı kapanmayacak. Otobüs hareket edecek, insanlar senin için sevinecek, çekirdek çitleyen adam, gözden yitene kadar sana el sallayacak, bir sebebi olmadan.

Sebebe gerek mi var? Bugün birinin doğum günü ve doğum günlerinde güzel şeyler olur. Sana doğru koşan yavru köpek, durup onu sevdiğinde kuyruk sallayacak.

Özel bir gün oldu mu, köpekler bile anlar.


(Etgar Keret; Üç Harfli Kelime: Aşk. Çeviren: Sıla Okur.)

15 Kasım 2010 Pazartesi

Dehlizler


Önceki haftalarda Etgar Keret, Hakan Günday ve Georgi Gospodinov'un Karga'da katıldıkları panele uğradıysanız eğer, Günday'ın Keret öyküsü Sürpriz Yumurta'yı okuduğuna, Keret'in ise en çok etkilendiği yazarlar arasında Kafka'yı, Kurt Vonnegut'u ve Isaac Bashevis Singer'i saydığına tanık olmuşsunuzdur. Kitapları başka kitaplara açılan dehlizlere dönüştürmekten hoşlanan blog yazarınız için bulunmaz bir fırsat bu; bir yazardan bir diğerine uzanan bir sıçrama tahtası. Keret'i okurken bu saydığı isimlerle paralel noktalarını düşünmek, okuma tecrübesini değişik kılacak olmakla beraber, bu yazarların her biri kendi başına ilgi görmeyi de fazlasıyla hakkediyor. Uzun bir tatilin kucağında olan herkese güzel tatiller dileyelim ve burada daha önce hiç bahsetmediğimiz Nobel ödüllü yazar Bashevis Singer'ın Meşuga'sından bir pasajla sözü bitirelim.

12 Kasım 2010 Cuma

Düşün!

Etgar Keret'in Tablet dergisi için yazdığı makaleden aktarılmıştır.


(İsrail Kitap Haftası sırasında) Haziran ayının başlangıcında ablam, kardeşim ve ben Ramat Gan meydanında kurulmuş düzinelerce kitap tezgahına doğru yürürdük. Her birimiz beş kitap seçerdik ve bazen yazarlar da orada olurlar, kitaplarımızın içine bir şeyler yazarlardı. Ablam çok hoşlanırdı bundan. Ben kendi adıma biraz bozulurdum; biri bir kitabı yazmış olabilir ama başkasına ait olan kopyaya neden bir şeyler karalama hakkı olsun ki - özellikle de el yazısı bir doktorunki kadar berbat ise ve ne dediğini anlamak için sözlüğe bakmanız ve kastettiğinin sadece "umarım beğenirsiniz" anlamına geldiğini görmeniz gerekiyorsa...

Aradan uzun yıllar geçti ve artık bir çocuk olmamama rağmen kitap haftası beni heyecanlandırıyor. Ama şimdi bu tecrübe biraz daha farklı ve çok daha stresli, şimdi ben masanın diğer yanında oturuyor ve başkalarının kitaplarının içine bir şeyler karalıyorum. Ve 18 yıldır yapıyor olsam da, hâlâ bir başkasının kitabının içine bir şeyler yazarken rahat hissetmiyorum kendimi.

Kendi kitaplarım yayımlanmadan önce, yalnızca tanıdığım kişilere hediye olarak verdiğim kitapların içlerine bir şeyler yazardım. Derken, birden bire, kendimi kitaplarını kendi alan insanlara kitap imzalarken buldum işte. (...) Böylece, tamı tamına 18 yıl önce, kendi kitap imzalama tarzımı yarattım: kurgusal imza. Kitabın içindekiler tamamen kurguysa, imza ve ithaf neden kurgusal olmasın ki?

10 Kasım 2010 Çarşamba

Masa başı

Hareketli ve heyecanlı geçen bir kitap fuarının ardından, bizde haberler bol. Öncelikle geçtiğimiz hafta İstanbul'da olan Etgar Keret'in ziyaretinin güzel geçtiğini ve Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü'nün ilk baskısının fuarda tükendiğini, yeni baskının matbaadan gelmesini beklediğimizi belirtelim ve İTEF bünyesinde katıldığı etkinliklerde Keret'i yalnız bırakmayan okurlarına teşekkür edelim. Karga'daki panelde zeminin kalabalığı taşıyıp taşımayacağını bile düşündüm, gördüğü büyük ilgi yazarı sevindirdi. Epey olaylı birkaç gün yaşadık Keret ile, otelinin epey yakınında gerçekleşen canlı bomba saldırısı da dahil, ama Keret İstanbul'dan ve buradaki okurlarından çok etkilendi. Yeni kitabın çevirisine başladık bile, yazar basın mensuplarıyla da oldukça ilginç görüşmeler yaptı, bunları da bu ay içerisinde farklı mecralarda göreceksiniz diye tahmin ediyorum.

Fuara ilk defa katıldık bu sene ve benzersiz bir deneyim oldu. Kitaplarımızı okuyan ve bizi takip edenlerle yüz yüze gelmek, hazırladığımız kitapları sahiplenen okurları tanımak bizleri çok mutlu etti, kitap hazırlığı aşamasında masa başında ve yalnız geçirdiğimiz zamanların sonucunda çoğaldığımızı hissettik. Fuarda en çok ilgi gören kitaplarımız Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü, Eğrisi Doğrusu, Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın ve Ne Nedir oldu; Joshua Ferris, Rivka Galchen, Woody Allen, Jonathan Safran Foer, Dave Eggers gibi yazarlara ilgi büyüktü. Şimdi fuarın tüm yorgunluğuna rağmen yenilenmiş bir biçimde ve farklı bir vizyonla döndük masalarımızın başlarına ve artık yalnız olmadığımızı bilerek yeni kitaplar hazırlamayı sürdürüyoruz. Bu yıl bitmeden Joshua Ferris, Shirley Jackson, David Foster Wallace ve Jack Kerouac'tan gelecek şahane romanları şimdiden beklemeye başlayın!

8 Kasım 2010 Pazartesi

Teşekkürler...


Tüyap Kitap Fuarı'na gelerek ya da bizi uzaktan takip ederek destekleyen tüm okurlara teşekkür ederiz. Fuara ilk defa katıldık ve kitaplarımızın okurlarıyla yüz yüze gelme şansı bulduk, şimdi çalışmaya ve yeni kitaplar hazırlamaya devam...


Siz de bizi izlemeye devam edin!

Boks eldivenleri

Chicago’ya ilk kez yirmili yıllarda geldim, bir dövüş seyretmeye. Ernest Hemingway benimleydi ve ikimiz de Jack Dempsey’nin hazırlık kampında kaldık. Hemingway dövüşlerle ilgili yazdığı iki kısa öyküyü yeni bitirmişti. Gertrude Stein ve ben öyküleri fena bulmasak da üzerlerinde daha çok uğraşılması gerektiğine hemfikirdik. Yeni çıkacak romanıyla ilgili Hemingway’le dalga geçtim; çok güldük, eğlendik, sonra boks eldivenlerimizi giydik ve o, benim burnumu kırdı.

(...) Hatırlıyorum, bir gün öğleden sonra Fransa’nın güneyinde bir gay barda oturuyorduk, ayaklarımızı rahat bir biçimde Fransa’nın kuzeyindeki taburelere uzatmıştık ve Gertrude Stein “Bulantım var,” demişti. Picasso bunun çok komik olduğunu düşündü ve Matisse ve ben bunu Afrika’ya gitmek için bir işaret olarak algıladık. Yedi hafta sonra Kenya’da Hemingway’le karşılaştık. Bronzlaşmış ve sakal bırakmıştı, göz ve ağızlarla ilgili o bildik, sıkıcı düz yazı tarzını oluşturmaya başlamıştı bile. Burada, bu keşfedilmemiş ve karanlık kıtada, Hemingway dudak çatlamasına defalarca büyük cesaretle göğüs germişti.

“N’aber Ernest?” diye sordum. Ölüm ve macera hakkında dokunaklı konuşmalara girdi, yapabileceği tek şey de buydu zaten, uyandığımda kamp kurmuş ve kocaman bir ateşin yanına çökmüş bize atıştırmalık sosisler hazırlıyordu. Yeni sakallarıyla ilgili şakalar yaptım ona, güldük, eğlendik biraz konyak attık, sonra boks eldivenlerimizi giydik ve o, benim burnumu kırdı.


(Eğrisi Doğrusu, Woody Allen. Çeviren: Garo Kargıcı.)

5 Kasım 2010 Cuma

Yaşanacak bir yer

Tüyap'ta son 2 gün! Uzak, muzak demeyin, fuara kitap havası solumaya gelin. Salon 2'de 207 A'dayız, herkesi bekliyoruz.

Yazar, bir ev kurar metninde. Kağıtları, kitapları, kalemleri ve evrakları bir odadan ötekine taşıyıp dururken yol açtığı kargaşanın aynısını düşüncelerinde de yaratır. Kah memnun kah huzursuz, içine gömüldüğü eşyalardır bu düşünceler. Onları şefkatle okşar, kullanır, eskitir, karıştırır, yerlerini değiştirir, tahrip eder. Artık bir yurdu kalmamış kişi için yaşanacak bir yer olur yazı.

(Minima Moralia, Theodor Adorno. Çevirenler: Orhan Koçak, Ahmet Doğukan. Metis, 2005.)

Resimde pek sevdiğimiz Patti Smith, bir tür kitap çılgınlığı gerçekleştiriyor. Kitabınız bol olsun.

3 Kasım 2010 Çarşamba

Kolay hayat

Tüyap Kitap Fuarı devam ediyor. Salon 2, 207 A'dayız, herkesi bekliyoruz!

“Mark! Mark! Kapıyı aç! Orda olduğunu biliyorum oğlum! Orda olduğunu biliyorum!”
Annem. Epey oldu annemi görmeyeli. Kapıdan birkaç adım uzaktayım, bu kapının arkasında dar bir koridor, koridorun sonunda da bir başka kapı var. O kapının arkasında da annem.

“Mark! Lütfen oğlum, lütfen! Aç kapıyı annene! Aç kapıyı!”
Annem ağlıyor galiba. “Ka-ha-pı-yı” dedi sanki, hıçkırarak. Seviyorum annemi, çok seviyorum; ama tanımlayamayacağım, ona bunu söylememi zor, hatta nerdeyse imkânsız kılan bir biçimde. Ama yine de çok seviyorum onu. O kadar çok seviyorum ki benim gibi bir oğlu olmasın istiyorum. Benim yerime başka bir oğul bulabilsem ona keşke. Böyle bir dileğim var, çünkü değişimin benim için bir seçenek olduğunu sanmıyorum.
Kapıya gidemem. Mümkün değil. Onun yerine bir iğne daha çakmaya karar veriyorum. Acı merkezlerim zamanın geldiğini söylüyor.

Ne kadar çabuk.

Tanrım, hayat kolaylaşmıyor.

(Trainspotting, Irvine Welsh. Çeviren: Avi Pardo.)

1 Kasım 2010 Pazartesi

Balta

Tüyap Kitap Fuarı başladı! Sadece kitaplarımızla, Salon 2'de 207A'dayız, herkesi bekliyoruz.

…Yatak odası herhalde, dediğim bir diğer odaya girmiştim. Hayatımda gördüğüm en harika yatak buradaydı. Üç parçaydı çünkü. Bacakları köklerden, çıtaları kütüklerdendi ve dallardan örülü bir tavanı vardı. Ayrıca üzerine, bozuk paralar, rozetler ve üzerinde ROOSEVELT yazan bir düğme gibi binbir çeşit büyüleyici metal şey yapıştırılmıştı.

Bay Black arkamdan “Parktaki ağaçlardan biriydi!” diye bağırarak beni durduğum yerde zıplatmıştı. Ellerim titremeye başlamıştı. “Etrafta dolandığım için kızdınız mı?” demiştim ama beni duymamıştı anlaşılan, çünkü konuşmaya devam etmişti: “Göletin yanındaydı. Dallarından birine takılıp düşmüştü! Ona kur yaptığım zamanlardaydı! Düşmüş ve elini kesmişti! Küçük bir kesikti ama asla unutmadım! Çok, çok önceydi!” “Ama yaşamınızda dün gibi sanki, değil mi?” “Dün! Bugün! Beş dakika önce! Şimdi!” Gözlerini yere dikmişti. “Hep muhabirliğe biraz ara vermem için yakarırdı! Evde istiyordu beni!” Kafasını sallamıştı. “Ama benim de istediğim şeyler vardı!” Tekrar yere bakmış, ardından gözlerini bana çevirmişti. “Ne yaptınız peki?” “Evliliğimizin büyük kısmında ona önemsizmiş gibi davrandım! Sadece savaşlar bittiğinde eve döndüm ve onu her seferinde aylarca yalnız bıraktım! Habire savaş çıkıyordu!” “Uygar dünyanın son 3500 yılında sadece 230 yıl savaşılmadığını biliyor muydunuz?” “Hangi 230 yıldı, söyle inanayım!” “Hangi yıllardı bilmiyorum ama bu doğru, onu biliyorum.” “Peki, bahsettiğin uygar dünya neresi?”

Neden savaş muhabirliğini bıraktığını sormuştum. “Bir kişiyle bir yerde kalmak istediğimin farkına vardım!” “Yani tümüyle eve mi döndünüz?” “Onu savaşa tercih ettim! Ve geri döndüğümde, daha eve bile gitmeden yaptığım ilk iş parka gidip o ağacı kesmekti! Gece yarısıydı! Birileri beni engellemeye çalışır sandım ama kimse engellemedi! Parçaları eve getirdim! O ağaçtan bu yatağı yaptım! Beraber son yıllarımızı bu yatakta geçirdik! Keşke kendimi çok daha önce anlayabilseymişim!” “Son savaşınız hangisiydi?” “Son savaşım bu ağacı kesmekti!” Kimin kazandığını sormuştum, bence iyi bir soruydu çünkü bu sayede kazandığını söyleyebilecekti ve gurur duyacaktı. “Balta kazandı!” demişti.

“Hep öyle olur!"

(Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın, Jonathan Safran Foer. Çeviren: Algan Sezgintüredi.)