7 Eylül 2011 Çarşamba

Karanlık

Aşırı üretken yazarlar söz konusu olduğunda, kitapları biricik metinler olarak tanıtmak da güçleşiyor. Ellinin üzerinde romanıyla Joyce Carol Oates, kuşkusuz çağımızın yaşayan en üretken yazarlarından biri. Her sene Nobel adayları arasında adı geçen, Pulitzer'e aday gösterilmiş, çeşit çeşit ödül kazanmış olan Oates, üretkenliğinin yanı sıra yazınında yeni şeyler denemekten geri durmayan, akıp giden hayata böylelikle, yazarak katılan bir figür. Romancı Mohsin Hamid, olan bitenin sürekli basite indirgendiği bir dünyada yazarların görevinin olan biteni yeniden karmaşıklaştırmak ve böylece zenginleştirmek olduğunu savunuyor; bu iddia, sanıyorum Oates'un yazını söz konusu olduğunda bilhassa geçerli.

14 yaşında edindiği daktiloyla yazın serüvenine atılan ve o günden bu yana hemen hemen her gün, her gece yazan Oates, gündelik hayatın sıradanlık perdesi ardındaki karanlıklara ilgi duyan bir yazar. Kendi yaşamında da trajedi ve zorluklardan nasibini almış; dar gelirli bir çevrede büyüyen Oates, ailesinde lise diploması alabilen ilk kişi ve bugün halen Princeton Üniversitesi'nde ders veriyor. Yazında, tıpkı hayatta olduğu gibi, her şeyin mümkün olduğunu bizlere anımsatıyor Joyce Carol Oates. Her kitabın yazarından bağımsız bir evreni olduğu ancak o evrenin yazar tarafından kurgulandığını düşünürsek, Oates'un çalışma masasının üzerinde asılı olan Henry James alıntısını biraz daha farklı bir perspektifte değerlendirebiliriz sanıyorum, burada daha önce aktarmıştık, ancak tekrarlamakta beis görmüyorum:

"Karanlıkta çalışıyoruz, yapabileceğimiz kadarını yapıyoruz, sahip olduğumuz kadarını veriyoruz. Şüphemiz tutkumuz, tutkumuz görevimiz. Gerisi sanatın deliliği."

Görselde, heykeltıraş Germaine Richier, atölyesinde, yaratı sürecinde.

Yaratmak? Yarın buradan devam.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder