8 Eylül 2011 Perşembe

Öldürmeye ve yaratmaya dair...

Dün yaratmaktan bahsetmiştik, bugün bu damardan devam... Yaratılışına dair hikayelere ihtiyaç beslediği günden bu yana insan, yaratmaya ve yaratı sürecine de ilgi duyuyor. Kök hücreden kan üretildiğine ve kan bankalarının tarihe karışacağına dair haberi gördünüz mü mesela? Yunan mitolojisinde Prometheus'un gözyaşlarıyla yoğurduğu balçıktan yaratıldığı söylenen insanoğlu, dünya üzerinde kendi öyküsüne dair sayısız anlatı ile beslenmiş bir inanç ve kültür çeşitliliği içinde varlığını sürdürüyor. Prometheus demişken, Modern Prometheus altbaşlığı ile yayımlanan ve Mary Shelley'nin 18 yaşında bir genç kızken yazdığı korku klasiği Frankenstein'ı anımsayın... Yaratıcısının kabusu haline gelen yaratık, yalnızlığına isyan eder. İsyan etmekle kalmaz elbette; daha fazlasını da yapacaktır. Romanda ucube diye betimlenen yaratık, onu yaratan doktora şöyle hesap sorar: "Madem sevmeyecektin, beni neden yarattın?" Orhan Gencebay'ın Mary Shelley'nin Frankenstein'ı ile ortak noktası nedir dersek, cevabı işte bu beyan olmalı. Her neyse...

Dünyada yaşam, ideallerden çoğu zaman uzak biçimde, kafasına göre akıp gitmekte; kötülüğün sıradanlığı, ideallere duyulan ihtiyaçla el ele. Fazla mı soyut konuştum? Cuma gününden itibaren yeni Joyce Carol Oates romanı Zombi raflarda olacak; Oates, Zombi'de tüyler ürpertici bir seri katil öyküsü anlatıyor ve roman, kurgu olsa da, gelmiş geçmiş en korkunç seri katillerden Jeffrey Dahmer'dan esinlenerek yazılmış. Dahmer'ın cinayet, işkence ve yamyamlığa varan icraatlerini yürütürken kurbanlarından emirlerine kulak verip yerine getirecek "Zombiler" yaratma arzusu duyduğu biliniyor; lobotomi deneyleri yaptığı, öldürdüğü insanların kimi organlarını hatıra olarak sakladığı da kayıtlara geçmiş - yaratılış anlatılarına kulak vermektense kendi için yaratmayı denemiş Dahmer, öldürerek. Oates'un Zombi'de katilin sesini kullanarak anlattıkları, katille empati kurmaya müsait olamayacak denli dehşetli; ancak çizdiği resim, evrene atılmışlığın azabını çeken ve varlığını anlamlandıracak herhangi bir anlatıdan yoksun bir figürü de ortaya koyuyor. Katilin portresini çizmekle kalmıyor Oates, ait olduğu dünyayı da inceden inceye, kapkara örüyor. Mary Shelley'nin kurgusunda olduğu gibi, Oates'un Dahmer'dan esinlenerek yarattığı katil de kontrol edip yönlendirebileceği, onu koşulsuz sevecek ve itaat edecek bir şeyler peşinde. Metodları ise pek iç açıcı sayılmaz.

Jeffrey Dahmer demiştik; 90'ların kült postpunk grubu Therapy?'nin Trigger Inside şarkısıyla yazıyı kapatalım, bir yerinde şöyle bir beyan geçer şarkının - "Jeffrey Dahmer'ın nasıl hissetiğini biliyorum. Yalnız, yalnız." Trigger Inside, bir seri katil güzellemesi değil tabii ve Jeffrey Dahmer'ın nasıl hissettiğini bilmemiz mümkün değil ama böylesine doğrudan bir referansı es geçecek değiliz. Zombi'nin bir soundtrack'i olsaydı, kapanış şarkısı Nine Inch Nails'in Closer'ı olurdu; Therapy?, sözlerdeki Dahmer göndermesine rağmen tam oturmuyor bana sorarsanız.

Bram Stoker Ödülü'nü almış olan Zombi, yarından itibaren raflarda. Mideniz sağlam değilse okumayı aklınızdan geçirmeyin.

(Görsel, Joel Peter Witkin.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder