31 Mayıs 2012 Perşembe

Kitap


Güzel bir kitap, yazılmak üzere; bu kitapta size sevinç veren, acı veren her şey bulunacak. Bu kitap yazılınca, adı Bilinçaltının Kavramları olacak. Oğlak derisiyle kaplanacak, harfleri ise altından olacak. Bu kitapta yaşamınızın çarpıtılmamış öyküsü bulunacak. Herkes onu okumak isteyecek; çünkü onda gerçek, yalnızca gerçek var olacak.(...) Bu gerçekçi kitap, sizin içinizde olan bu kitap, insanları, sanki hiç gülmemişler, hiç ağlamamışlar gibi güldürecek, ağlatacaktır.

(Henry Miller, Kara İlkbahar. Çeviren: Yaşar Günenç. Yaba. Görsel, Guy Laramee.)

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Anafor


Bir ölüm dansında birleştik ve anafora o denli hızlı kapıldım ki tekrar yüzeye çıktığımda dünyayı tanıyamadım.

(Henry Miller, Yengeç Dönencesi. Çeviren: Avi Pardo. Görselde, Bresson'un objektifinden Miller, bisikletinin başında.)

29 Mayıs 2012 Salı

İyi


Dün biraz dağınık bir giriş yaptım haftaya; yavaştan toparlarım sanırım... Malum, bahar sonu demek mezuniyet demek; ABD'de üniversite mezuniyet törenlerinde yazarların yeni mezunlara konuşmalar yapması adetten sayılıyor, geçen hafta Neil Gaiman'ın Philadelphia'daki University of the Arts'ta yaptığı konuşma YouTube'a düştü bile - bu okulun bir güzel sanatlar akademisi olması dolayısıyla Gaiman, gençlere oldukça klişe sayılabilecek ancak açık yürekli önerilerde bulunuyor - burada bir kısmını paylaşayım isterim:

Hayat bazen zordur. İşler ters gider - aşkta, işte, dostlukta, sağlıkta ve pek çok farklı alanda işler ters gider hayatta. Zorluklar karşısında yapmanız gereken şu: İyi sanat yapın. Ciddiyim. Kocanız bir politikacıyla mı kaçtı? İyi sanat yapın. Bacağınız ezildi ve bir boa yılanı tarafından yutuldu mu? İyi sanat yapın. Vergi İdaresi peşinize mi düştü? İyi sanat yapın. Kediniz havaya mı uçtu? İyi sanat yapın. Internette birileri işlerinizin aptalca veya kötücül olduğunu mu iddia etti ya da daha önce benzer işlerin yapıldığını mı söyledi? Siz iyi sanat yapın.

Sanat aşkına!

(Görsel, Christiane Möbus. Daha da bir şey demiyorum desem? Dedim bile.)

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Tuhaf


"Hayatım boyunca sözcüklere hep onları ilk kez görür gibi baktım." - Ernest Hemingway

Geçen haftayı Hemingway'in viski reklamıyla kapattık; dolayısıyla yeni haftaya yine Hemingway'den bir beyan ile girelim istedim. Geçen hafta Elif Şafak'ın akıllara kısa süreli durgunluk veren kredi kartı reklamından bahsetmiştik; bu bağlamda pek çok şeyi tartışabilir, yazar kimliği üzerinden içinde yaşadığımız zamanları vs. irdeleyebiliriz elbette - ancak bunu yapmayacağız. Reklamlar unutulmaya mahkumdur er geç ancak iş kitaplara geldi mi değişir (gerçi Elif Şafak, Siyah Süt'ü -kitap- unutmak için yazdığı, suya yazdığı vs. benzeri bir beyanda bulunmuştu ya, neyse...) Söz konusu reklam, Şafak'ın 'yüksekten uçtuğundan' bahsediyor; bir söz oyunu elbette, hem hayalciliği hem de kullandığı kredi kartı sayesinde mil kazanıyor olması mevzubahis - yazar, hem Türkçe hem İngilizce roman yazılabilir dediğinde çevresindekiler buna inanamamış olsalar gerek ki yüksekten uçtuğunu düşünüyorlar, oysa o, bu işi başarıyor, vs... Şimdi anadilinden farklı bir dilde yazan yazarlar bahsine girsek çıkamayız zira örnekler çokça, reklamı da içeriği üzerinden analiz edecek değiliz (unutmak içindir, hatırlayın) ancak Şafak'ın yüksekten uçuşu sırasında göz ardı ettiği ve kendine böylelikle pay çıkardığı bir nokta var - hafızamızı devreye sokalım ve unutulacak olsa dahi, bu hususta bir not düşelim: Anadili Türkçe olmakla beraber farklı dillerde yazan yazarlar elbette mevcut; bunlardan birine değinelim ki anadili haricinde bir dilde roman yazmak, yüksekten uçmak olarak nitelenmekten çıksın... Örnek: Tezer Özlü 1982 yılında Almanca yazdığı Auf der Spur eines Selbstmords (Yaşamın Ucuna Yolculuk) adlı kitabı ile Almanya'da Marburg Edebiyat Ödülü'nü almıştır - kitap, Özlü'nün kahramanları olan Pavese, Svevo ve Kafka'nın izinde Avrupa'da yaptığı yolculuğu esas alır. W. G. Sebald'ın Göçmenler'ini okudunuz mu örneğin? Teknik tamamen farklı olsa da kanaatimce bu iki kitap, okuyucuda benzer tatlar bırakır. Orhan Pamuk'un Kara Kitap'ı yayımlandığında, 'İngilizceye çevrilmek için yazıyor,' temalı absurd eleştirilere maruz kaldığını anımsıyorum - demek ki o zamandan bu zamana çok şey değişmiş; bir yazarın derdiyle, anlattıklarıyla anılmasındansa yabancı dil becerisi ve bunun üzerinden farklı şeyleri pazarlanması mübah hale gelmiş, ne güzel, hatta ne diyelim, durmak yok, yola devam, devir uçma devri, unutmamak gerek...

Neyse, ne diyorduk? Bahar geldi mi düşünce sarmallarının uçlarını yitirmek daha bir kolay artık... Woody Allen'ın eski bir filmi gösterime girecek gibi duruyor, Uzun Boylu Esmer Adam, sinema sitelerinde duyurulmuş; Allen, To Rome with Love ile kendinden bahsettirirken 2010 tarihli işini gösterime sokmak da ilginç elbette, bir bildikleri vardır diyeceğim ama, inandırıcı olabilir miyim onu bilemiyorum... Gönül rahatlığıyla 'Vardır bir bildikleri,' demek öyle güç ki... Aklınıza ve sağduyunuza sahip çıkmanızı temenni etmekle yetineyim.

"Evet, ikimiz de haklıyız; bu yüzden en iyisi, böyle olduğunun kesinlikle bilincine varmamak için, her birimizin tek başına evine yollanmasıdır, öyle değil mi?" - (Geri Çevirme, Franz Kafka. Hikâyeler. Çeviren: Kamuran Şipal, Cem Yayınevi.)

25 Mayıs 2012 Cuma

Mesaj!


Haftaya reklamlar ve yazarlar ile başladık; öyle bitirelim öyleyse. Yukarıda Hemingway, Ballantine's reklamına imgesini ve sözlerini bağışlamış; aşağıda Kurt Vonnegut, Discover kredi kartının meziyetlerinden bahsediyor.


Aman modern hayatın hay huyuna kapılıp kitapları unutmayın!


24 Mayıs 2012 Perşembe

Sevgi!


Bir düzeltmen için en büyük felaket işinden olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktır. Molalarda bir araya geldiğimizde bizi titreten soru şu: İşimden olursam ne yaparım? Padokta çalışan adam için, ki işi bok süpürmektedir, atların olmadığı bir dünyadan daha dehşetli bir şey yoktur. Ona sıcak bok parçaları süpürerek yaşamanın insanca olmadığını söylemek budalalıktan başka bir şey değildir.

Geçimini onunla sağlıyorsa, mutluluğu ona bağlıysa, boku bile sevmeyi öğrenir insan.

(Henry Miller, Yengeç Dönencesi. Çeviren: Avi Pardo. Görsel, Louise Nevelson.)

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Döngü


Döngüsel hayatlara devam.

Önce söz vardı diyenler bir tarafa, insanlığın geçmişteki izlerine bakarsak önce imgeler vardı denebilir. Wired'da bir haber: Facebook tasarımcılarından Ji Lee, Wordless Web adlı bir plug-in geliştirmiş; butonu Internet tarayıcınıza ekleyip gezindiğiniz sayfalardaki sözcükleri bir tıkla 'ayıklamak,' görsellerle baş başa kalmak artık mümkün. Wired, tasarımcılara 'müjde' olarak nitelediği bu haberin altında, uygulamayı kendi ana sayfasına uyarlamış. Bu 'buluşun' arkasındaki tasarımcı, kendi facebook haber kaynağı sayfasında uyguladığında insanları sessiz bir parti halinde gözlemlemekten zevk aldığını belirtmiş ayrıca. Ne diyelim, sözcüksüz internet hakkında ne söylesek boş... Bir başka yeni 'buluştan' bahsedelim öyleyse, Descriptive Camera (Betimleyen Fotoğraf Makinesi) adlı yeni geliştirilen cihaz, çektiğiniz fotoğrafları 'okunmaları' için bir merkeze yolluyor ve size fotoğraf yerine fotoğrafladığınız şeyin sözlü tanımını adisyon fişine benzer bir düzenek üzerinde sunuyor. Cihaz henüz pil ile çalışacak safhada değilmiş ancak fotoğraf tecrübesini sözcüklere, hem de fotoğrafı çekenin değil bir başka gözün yorumuyla sözcüklere dökmek en azından fikir olarak sözcüksüz internet'ten bir nebze daha ilgi çekici.

Biz, döngüsel hayatlar demişken lafı yine Henry Miller ile bağlayalım: "Ya senin tuttuğun yol? Gerçekten sana ait olduğunu söyleyebilir misin? Ayrıca başka nelerin sana ait olduğunu iddia edebilirsin ki? İçinde yaşadığın ev, yuttuğun lokmalar, giydiğin giysiler - ne evini kendin yaptın, ne yemeği kendin hazırladın ne de giysileri ürettin. Aynısı fikirlerin için de geçerli. Hazıra kondun."

(Görselde, Neatorama'dan alınma bir kare: Duchamp oradaymış!)

22 Mayıs 2012 Salı

Çabuk!


Bunca sözü edilen ilerlemeye karşın, insanın ve dünyanın son derece etkisiz oldukları düşüncesindeyim. Evet, bütün ilerlemelerimize karşın, bütün alanlarda, hep geç kalıyoruz. Ben sürekli mucizeler olsun isterdim. Tanrı bütün istediklerimi verseydi, gene isterdim, daha çoğunu isterdim, çabuk, çok çabuk!.. Çelişkilerimden biridir bu.

(Henry Miller, Paris Söyleşileri. Çeviren: Özdemir İnce, Simavi Yayınları. Çelişki üzerine çeşitlemeler; dünden devam... Görsel, Emmet Gowin.)

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Çelişki


Ufak bir aradan sonra yeniden buradayım sevgili okur, ya sen neredesin? Bahar tüm şahaneliğiyle yaza kavuşur, günler sanki milim milim uzarken zaman da hızlanmış gibi biraz, hızlandıkça eksilen bir ritimle.

Lafı dolandırmadan, burada daha önce bahsettiğimiz Papini'yle başlayayım söze, Papini, Gog'da yeni heykeltıraşlık diye bir hadiseden bahsediyor; bahis şu minvalde: onu atölyesine davet eden bir heykeltıraş, yeni bir heykeltıraşlık faaliyeti içinde olduğunu söyler ve eserini gösterir; yanmakta olan hamurun tüten dumanına bir kürekle müdahale ederek şekiller oluşturmakta ve izleyen Papini'yi gördüklerini hafızasına kazımaya, has sanatın tam da böyle, firari nitelikte olduğunu belirtmektedir. Madem ki taş heykeller bile bir gün yok olacaktır, bu bir dakikalık duman heykelleri anlık tabiatları ile onlardan daha üstün, daha biricik sayılmalıdır iddiasında bulunur yeni heykeltıraş. Şöyle kapar hikayeyi Papini: "Otele dönerken, kendi kendime, yeni heykeltıraşlığın zengin sanat dostları için büyük bir yararı olduğunu düşünüyordum: Madem ki onu saklamak ve nakletmek mümkün değildir, satın almanın imkanı yoktur."

Henry Miller'ın söyleşilerinden birinden bir not, bir de soru işareti düşmüşüm defterime, insan varlığının çelişkiye dayandığını söylemiş o da...

Çelişki bir kenara, kısa ömürlü şeylerden bahsettik madem, Elif Şafak'lı kredi kartı reklamına değinmeden geçmeyelim, gördünüz mü bilmiyorum; içerik kabaca şöyle, hem Türkçe hem İngilizce kitap yazılabilir diyen Şafak'a yakınları yüksekten uçtuğunu söylemişler ama o, 'bu hayalini gerçekleştirmiş, bunun mümkün olduğunu göstermiş'... Reklamda sanırım Şafak hakkında 'kimsenin uçamadığı kadar uçuyor' gibi bir slogan geçiyordu, her neyse, sonuçta esas konu bedava mil kazanmanızı sağlayan bir kredi kartı, onu belirtmek gerek, gerisi teferruat aslında... Bizim esas konumuz kitaplar elbet ama arada bahis hayata da kayıyor - ister istemez, kaçış yok; fakat görüş alanı genişledikçe içerik daralıyor mu ne? Çelişkiyle başlamıştık yine çelişkiye döndük işte; tekrara bağlamadan yazıyı bağlayalım o halde.

İyi haftalar!

(Görsel: Ann Hamilton. Alıntı: Gog, Giovanni Papini, Çeviren: Fikret Adil. İş Bankası Kültür Yayınları.)

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Acı!


Sahip olduğum her şeyi kaybetmenin, sokaklarda açlık ve polis korkusu içinde yürümenin ne olduğunu bilmekle birlikte, korkunç denebilecek bir şey gelmemişti başıma o güne dek. Tek bir arkadaş bile bulamamıştım henüz, ki üzücü olmaktan çok şaşırtıcıydı çünkü o güne kadar gittiğim her yerde çok kolay olmuştu arkadaşlık kurmak. Ama dediğim gibi, korkunç denebilecek hiçbir şey gelmemişti başıma. Arkadaşsız da yaşayabilir insan, sevgisiz, hatta parasız bile. İnsan Paris’te sadece keder ve ıstırapla yaşayabilir, bunu keşfetmiştim. Acı bir perhiz gerçi, kimileri için en iyisi belki de. Her neyse, tükenmemiştim henüz. Felaketle cilveleşiyordum sadece.

(Henry Miller, Yengeç Dönencesi. Çeviren: Avi Pardo. Cuma günü raflarda...)

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Uygun


Akıntıya kapılmış, dümensiz bir gemi. Anahtarı olmayan bir delik. Haz, hüzün, hezeyan. Zamanın çarkında, medeniyetin kokuşmuş sularında sürüklenen, çivisi çıkmış bir dünya burası. Birileri tüller, kadifeler içindeyken diğerleri balçıklara gömülmüş debelenmekte. Zaman geçip gidiyor. Ne dün var ne yarın. Ve Henry Miller, çorak topraklar üzerinde yeraltı baharlarının peşinde.

“O günden bu yana her kaçığın Paris’te er ya da geç keşfettiği bir şeyi keşfettim: cehennem azabı çekecek olanlar kendilerine uygun cehennemi ısmarlayamıyordu.”

Yengeç Dönencesi, cuma gününden itibaren tüm kitapçılarda.







11 Mayıs 2012 Cuma

Yalın


Bugün, benim için idealin ve erdemin, her alanda, yüzmek yerine su üstünde kalmak olduğunu söylüyorum. Hayat bana öylesine yalın geliyor ki, bir şeyler yapma gereksinimini neden duymuş olduğumu düşünüyorum. Neden çabalamalı? Yüzmede dedikleri gibi, suyun yüzeyinde sırtüstü duruyorum.

Evet, sırtüstü, büyük bir iç kargaşa olmasının dışında dünyanın şu hayhuyunun anlamı ne?


(Henry Miller, Paris Söyleşileri. Sorular: Georges Belmont. Çeviren: Özdemir İnce, Simavi Yayınları. Yukarıdaki görselde Edward Munch imzalı bir iş, aşağıda Munch'ın kendisi. Munch'ın varoluş dehşetini doğrudan yansıtan tanınmış eseri Çığlık, geçtiğimiz hafta Sotheby's tarafından düzenlenen müzayedede rekor kırarak 120 milyon dolara alıcı buldu. Yalınlık mı diyorduk? Yengeç Dönencesi, çok yakında...)

10 Mayıs 2012 Perşembe

Çalın!


(Kitabı) satın alın demeyeceğim. "Okuyun" diyeyim.

"Okuyun" demek daha beter. Okuyun demenin biraz çağdışı biraz da ürkek bir tınısı var.

"Alın" desem?

"Çalın."

Doğru. Kitap bir sürü fikirle dolu. Hayatınızı değiştirecek. Çalın onu! Bunu söylerken iki parmağımla şöyle yapsam? Hani death metal konserlerinde yaparlar ya?

Basılı bir söyleşi bu. Okur seni göremez.

Ne yani, şimdi yaptığımı göremezler mi?

Hayır, göremezler.

Emin misin?

Yüzde yüz eminim.

O zaman tamamız.

(Etgar Keret, hep aynı sorularla karşılaşmaktan bunalmış olacak ki kendi kendiyle bir söyleşi yapmış. Nervous Breakdown'da yer alan bu zihin açıcı sohbetten bir kesit yukarıda yer alıyor. Görsel, Keith Haring.)

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Ağaçlar, kitaplar, yıldızlar...


Sevgili Lois,

12 saatlik uzun bir uykudan yeni uyandım ve çok mutluyum çünkü düşümde mavi dev adamların gökdelenlere sarıldıklarını ve heykellere dönüştüklerini gördüm, yeni düşlerimden bu, bundan sonra kendi istediklerimi yapma ve Yolda'nın başarısından bu yana, 1957'den beri yaptığım gibi diğer insanların peşine takılıp gitmeme kararı almamdan dolayı gördüğüm bir düş -şimdi mavi bir devadamım ben ve kendi irademi kucaklıyorum- King Kong'un iki katı büyüklüğündeydiler ve çevreye hiç zarar vermiyorlardı, gökdelenlere sarıldıkları anda kocaman bronz heykellere dönüştüler (...) Kesinlikle kararımı vermiş bulunuyorum: bu bahar hazırlıklarımı yapıp ehliyet alacağım sonra da 1600 dolarlık bir Volkswagen çekeceğim altıma, sonra gidip ihtiyaçlarımı karşılayacak bir kulübe bulma peşine düşeceğim. Böylece cuma akşamları işten çıktığında seni de alır, 100-150 millik bir yolculuktan sonra oraya götürürüm ve ağaçlar & kitaplar & yıldızlarla birlikte pazar günü öğleden sonraya kadar orada kalırız.

Bir başlangıç olacak.

(Jack Kerouac - Lois Sorrells'e mektup, 1960. Kerouac'ın 1960'a değin ehliyet almamış olması mümkün mü? Yukarıda Kerouac'ın Yolda için çıkarttığı harita-taslak.)

8 Mayıs 2012 Salı

Süt!


Bir kere, farklı ineklerin sütünün aynı kovaya sağılmasını aşırı derecede gayritabii buluyorum. Farklı ineklerin sütünün farklı kovalara sağılması lazım. Bunun bile ideal olacağı söylenemez, çünkü bence farklı insanların aynı kovadan süt içmesi genel insan ahlakına mugayirdir. Bir ineğin sütünün farklı insanlara ayrılmış farklı kovalara sağılmasıyla bu sorun halledilebilir. Fakat bir ineğin sütünün kovaya sağılması, hatta (şimdilerde pek sık görüldüğü üzere) sütün şişelenmesi gayritabiidir. Sütün, doğası gereği ya inekte kalması, ya da buzağının veya insanın midesine gitmesi gerekir ama süt şişede durmaz.

(Kurt Schwitters'ın 1922 tarihli İnek Manifestosu'ndan alıntı. Çeviren: Elçin Gen. Manifesto, İletişim'in Ali Artun editörlüğündeki Sanat Manifestoları - Avangard Sanat ve Direniş adlı kitabında yer alıyor. Süt eksenli deli saçması tartışmalara Dada kafasıyla bir açılım getirme niyetine... Sahi, sanat toplum için miydi sanat için mi? Görsel, Andy Warhol.)

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Yaz!

Bahardı, erguvandı, Hıdrellez'di derken yaza doğru uygun adım marşımızı sürdürüyoruz sevgili blog okuru; her ne kadar Takvim-i Ragıp 'Sıcakların Başlaması' için 26 Mayıs tarihini işaret ediyor olsa da, ruh hallerimizin kışları bellekten silinmeye çoktan başladı. Acayipliğini sürdürmekte iddialı gündemimiz bir yana, bahar demek açık havada kitap okuma mevsimi demek ama açık havada yapılacaklar listesi bununla sınırlı değil elbette. Yaz, beraberinde getirdiği pek çok olasılığın yanında bazı güzel konserler de sunacak - her ne kadar burada konumuz edebiyat olsa da, bunlara değinmeden geçmek olmaz. Öyleyse başlayalım.

14-15 Temmuz tarihlerindeki One Love Festivali'nde efsane Brit grup Pulp, İstanbul'da olacak. Pulp, daha önce 2002 yılında Türkiye'ye gelmiş ve orada bulunma şansına sahip faniler Jarvis Cocker'ın önderliğinde muhteşem bir gece geçirmişlerdi. Jarvis Cocker, kanlı canlı bir efsane olmanın yanı sıra aynı zamanda son bir yıldır köklü yayınevi Faber & Faber'de dizi editörlüğü yapmakta. Hayalkırıklığına dair şarkılar yazmaya yeni yetmelik yıllarında başlayan Cocker, yaşamını sürdürürken ona uyacak bir fon müziği ihtiyacı çektiği için bu işe giriştiğini de belirtmiş. Cocker'ın bugün Britanya'nın mühim çağdaş şairleri arasında yer aldığını iddia etmek, sanırız yanlış olmaz. Pulp'tan birkaç gün sonra bir başka çağdaş İngiliz ozanı şehrimize teşrif edecek: Morrissey. Morrissey de, tıpkı Pulp gibi, daha önce 2006 yılında You Are The Quarry turnesi kapsamında Parkorman'a gelmiş, oradakilere tabir caizse 'bu dünyanın dışından' bir tecrübe yaşatmıştı. "Hayatta kitaplardan başka şeyler de var ama çok bir numara yok," şeklinde hafiften kaydırarak özetleyebileceğimiz ve Handsome Devil'da yer alan dizeyle Morrissey, sanıyorum kitap sayfaları arasına gömülmeyi sosyal yaşantıya her daim tercih eden, sınırsız neşeden dipsiz hüzün hallerinde bir çırpıda geçebilen borderline 'sınırlarında' gezinen bir -ya da birden fazla- kuşağın bir nevi sözcüsü, Pulp'tan Suede'e Britpop'un babası değilse de Papa'sı sayılabilir. Bu yılın sonlarına doğru Penguin tarafından 3 ciltlik bir otobiyografisinin yayımlanması beklenen Morrissey, bu yazın güzel sürprizlerinden biri olacağa benziyor. (Bilet fiyatları ve bilet edinme prosedürü saç baş yolduracak cinsten, o ayrı.) Son olarak şimdi çok uzaklardaymış gibi görünen bir tarihte, 8 Eylül'de, senelerdir 'geldiler, gelecekler, gelmek üzereler' şeklinde dedikodularla kuşatılan RHCP, tam adıyla Red Hot Chili Peppers, İstanbul semaları altında olacak. Orada olmayı umuyoruz elbette. RHCP üyeleri, Jarvis ve Morrissey'e kıyasla edebiyat konusunda fazla iddialı sayılmasalar da, Kiedis'in yayımlandığı yıl büyük ilgi gören ve 'çoksatan' statüsüne ulaşan bir otobiyografisi mevcut, onu belirtmek gerek. Scar Tissue adlı kitap, ülkemizde yayımlanmadı ve bana sorarsanız, Keith Richards'ın Life'ı ya da Miles Davis'in Otobiyografi'si gibi müzisyenlerce-veya hayalet yazarların yardımıyla-kaleme-alınmış-sağlam-metinler yanında oldukça sıradan kalıyor. Ha sıradan kitapları da keyifle okumak mümkün, o ayrı. O konuda ahkam kesmek bize düşmez.

Her neyse, usul usul yaklaşan yazın nefesi, ensemizde şimdi. Planlar, olasılıklar, hayaller de yazın kucağında... Hazırlıklar başlasın!

(Yukarıda Jarvis Cocker, biraz Oscar Wilde biraz Mick Jagger biraz da Fransız asilzadesi havalarında. Aşağıda, günün anlam ve önemine uygun bir Pulp şarkısı: Monday Morning. Coachella 2012'den, bu tarihten iki hafta kadar öncesinden geliyor.)

4 Mayıs 2012 Cuma

Kitap


"... İnsan kitapları okuyor ve yaşamdan da aynı ilginçliği, yoğunluğu bekliyor. Ve elbette, bulamıyor. Arada bir sürü yavan, sıkıcı an var, onlar da gayet doğal. Sen de yazılarında aynı numarayı çekmişsin. Ağzından çıkan her şeyin ateşli, sarsıcı olmasını bekliyordum. Seni her daim sarhoş, her daim hezeyanlar içinde bulacağımı sanıyordum. Sonra birlikte birkaç gün geçirdik ve derinlikli, sakin, doğal bir ritim tutturduk."

(Anais Nin, Henry ve June. Çeviren: Püren Özgören, Everest. Görselde Anais Nin ve günceleri. Yengeç Dönencesi, çok yakında...)

3 Mayıs 2012 Perşembe

Dost


En iyi arkadaşım dün gece kapıma işedi. Dördüncü katta bir dairede oturuyorum. Köpekler yapar bunu bazen, bölgelerini işaretlemek için, diğer erkekler uzak dursun diye. Fakat o bir köpek değil, benim en iyi arkadaşım. Hem onun bölgesi de değil burası, dairemin giriş kapısı.

(Etgar Keret, Buzdolabının Üstündeki Kız. Çeviren: Avi Pardo. Bir de haber: Keret'in Kapı Birden Vuruldu adlı, ABD'de yeni yayımlanan kitabı sesli kitap formatında da satışa çıkıyor. Öyküleri okuyanlar çeşitli, ancak birkaçını belirtmeden geçmeyelim: Miranda July, Dave Eggers, Jonathan Safran Foer. Merakla bekliyoruz. Görsel, Yoshitomo Nara.)

2 Mayıs 2012 Çarşamba

Yankı





Kaplanın Karısı, yukarıdan aşağıya, Amerika, İngiltere ve Almanya kapaklarıyla... Obreht, şimdi de Almanya'da Uluslararası Edebiyat Ödülü'ne aday. Diğer adayları da belirtelim: Tom McCarthy, Péter Nadas, Nedim Gürsel, Mircea Cartarescu, Jaume Cabré.

... Téa Obreht’in Orange ödüllü romanı Kaplanın Karısı, hikayelere ve hikaye anlatmanın gücüne dair bir güzelleme. İç içe geçen parallel öykülerle şekillenen roman, anlattıklarının ötesinde anlatmadığı öyküler, suskun bıraktığı karakterlerle de öne çıkıyor. Kaplanın Karısı, kurguladığı evrenin arka planındaki şehir, kişi ve yer adlarını belirtmekten imtina ediyor. Ancak işaretler epey güçlü: Şehir diye bahsettiği yerin Belgrad, Sarobor adıyla bahsettiği Müslüman kentinin saraybosna, Mareşal adıyla andığı siyasi figürün Tito olduğunu düşünmemize yetecek denli güçlü ibareler mevcut. Balkanlarda olduğumuzu biliyoruz çünkü mitolojik Balkan figürü Baba Roga’dan bahsediliyor bize; Osmanlıların alıp götürdüğü kayıp oğullardan, dinmek bilmeden süregiden savaşlardan, bölünen ve yeniden tanımlanan bir ülkeden ve orada yaşamdan: eski Yugoslavya’dan. Obreht’in anlatıyı bilinçli olarak yer ve şahıs isimleriyle ilişkilendirmemesi, bize bütün bunların tanıdık gelecek denli gerçek olduğunu düşündürüyor...

“Kulak verdiğimiz sesler içerisinde, artık susmuş olanların da yankısı yok mudur?”*

(Walter Benjamin, Pasajlar. Çeviren: Ahmet Cemal, YKY.)

1 Mayıs 2012 Salı

Temiz


Öğleden sonrası olmayan günler icat etmeli; şafak vaktinden önce duran geceler, giderek artan bir ritimle birbirini izleyen mevsimler, başlamadan sonlanan yıllar ve sonsuza dek birbirinin yerini alan neşe ve bedbahtlık.*

Sosyal paylaşım sitesi Facebook, tescilli markasının patent anlaşması üzerinden 'book' kelimesini içeren isimlere sahip sitelere savaş (burada kasıt, hukuki olanı, yani dava) açacağını bildirdi. Kitap mı dediniz? Amazon, google vs. üzerinden okuma tecrübesinin yeniden tanımlanmak zorunda kalacağı öngörülen şu günlerde süregiden kitap konulu tartışmalara acil göstergebilim açılımı, hemen şimdi!

Güney Kaliforniya Üniversitesi, National Endowment for the Arts (Ulusal Sanat Fonu) adlı kuruluştan Henry David Thoreau'nun eserlerine dayalı bir bilgisayar oyunu yaratması konulu projeyle 40.000 dolarlık devlet desteği kazandı. NEA, 1965 yılından beri sanata devlet desteği aktarmakla yükümlü; Reagan hükümeti döneminde muhafazakarların protestolarıyla gündeme oturmasıyla biliniyor, hatta Robert Mapplethorpe'un da aralarında bulunduğu bir grup sanatçının işlerine destek verilmesi sonrasında kopan tartışmalar -vatandaşın vergisi ile sanat yapıyorlar!- ile hatırlarda. Kendi gündemimize de bakarak şu dünyanın ufuklarında yeni bir şey yok mu desek? Tarih ve tekerrür meselesine mi girsek? Yoksa klişeden kaçınıp etrafımıza değil göklere mi baksak teselli için? Seçim sizin. Thoreau'nun bilgisayar oyununa dönüşmesinin Mapplethorpe'un işleri benzeri bir sansasyon niteliği taşımadığını belirtmek gerek elbette - ne münasebet. Buna itiraz eden yok. İş ahlak bekçiliğine geldi mi değişir, ona hiç şüpheniz olmasın.

Neyse Thoreau demiştik, bir çağrışım sıçraması yapalım ve Daniel Suelo'ya uzanalım - Suelo, 2000 yılında para kullanmayı 'bırakmış' bir şahıs. Bir mağarada yaşıyor. Şöyle demiş: "Param varken hep bir şeylerin eksikliğini çekerdim. Para eksiklik demektir. Geçmişteki şeyleri (borç) temsil eder, gelecekteki şeyleri (kredi) temsil eder. Asla içinde bulunduğunuz ana dair değildir." Mark Boyle olsun, Heidemarie Schwermer olsun, benzer tercihler yapmış ve bu konuda kitaplar da yazmış farklı bireyler de mevcut dünyada. Yabana Doğru'dan anımsayacağınız Chris McCandless de böyle bir seçim yapmış, sahip olduğu bütün parayı yakarak farklı bir yaşam biçimi deneyimlemek adına Alaska'da doğanın sağladığı olanaklarla hayatta kalmaya çalışmıştı. Her neyse, Thoreau'nun felsefesinin milyon dolarlık bilgisayar oyunlarına ilham verdiği bir dünyada, madalyonun böyle bir yüzü de mevcut, unutmamak gerek.

Evet, saçmalardan seçmeleri andıran bir olan biten özeti geçerek başlamıştık yazıya - Öyleyse Capote'nin daktilosuyla bitirelim sözü. Aşağıda gördüğünüz daktilo, Soğukkanlılıkla'yı yazdığı dönemde Capote'ye aitmiş ve eBay'de satışta olan cihaz 8.281 dolara alıcı bulmuş. Büyük bir yazarın daktilosu için makul bir bedel mi dersiniz? Capote'nin 1957 tarihli Paris Review söyleşisinde dedikleri ile sonlandıralım bu bahsi öyleyse: "Hayır, daktilo kullanmam. Önce el yazısıyla yazarım.(Kurşunkalemle.) Sonra üzerinden geçer, yine elyazısıyla temize çekerim."


(Alıntı: Jean Baudrillard. Cool Anılar V. Çeviren: Ayşegül Sönmezay. Ayrıntı. Yukarıdaki görsel Ann Hamilton'un kitap temalı işlerinden.)