23 Ekim 2012 Salı

Sen?


Oğlum yuvadan dönüyor. Koşarak gelip bana sarılıyor. Evimde ne zaman bir televizyon ekibi görse koşup bana sarılır. Daha küçükken televizyoncular bunu yapmasını isterdi, ama artık gerek
yok, o bir profesyonel. Kameraya bakmadan bana doğru koşar ve sarılıp, “Seni seviyorum, Baba,” der. Henüz dört yaşında bile değil, fakat işlerin nasıl yürüdüğünü çözmüş benim tapılası
oğlum.
Karım o kadar başarılı değil, Ulusal Alman Televizyonu muhabirinin dediğine göre. Tutuk. Saçıyla oynayıp duruyor, arada kameraya bakıyor. Sorun değil aslında. Onu daha sonra kesip atmak mümkün. Televizyonun güzel tarafı bu işte. Gerçek hayatta öyle olmaz. Gerçek hayatta onu daha sonra kesip atamazsın. Sadece Tanrı yapabilir bunu ya da bir otobüs, onu ezerse. Veya korkunç bir hastalık. 
Bizim üst kattaki komşumuz dul bir adam. Tedavisi olmayan bir hastalık karısını ondan aldı. Kanser değil, başka bir şey. Bağırsaklarda başlayıp kötü ilerleyen bir şey. Altı ay kan sıçmış kadın. Adam bana öyle dedi en azından. Yüce Tanrı onu kesip atmadan altı ay önce. Adamın karısı öldüğünden beri çeşit çeşit kadın binamızı ziyaret etmeye başladı; yüksek topuklu ayakkabılar giyiyor, ucuz parfümler kullanıyorlar. Olur olmaz saatlerde geliyorlar, bazen sabaha karşı. Adam emekli, üst kat komşumuz, zamanla bir sorunu yok. Bütün o kadınlar, karıma göre en azından, fahişe. Karım “fahişe” dediğinde ağzından doğallıkla çıkıyor, “şalgam” der gibi. Fakat kameraya doğal görüntü veremiyor. Mükemmel insan yoktur.
Oğlum üst kat komşumuzu ziyaret eden fahişelere bayılıyor. “Sen hangi hayvansın?” diye soruyor onlara merdivenlerde rastladığında. “Ben bugün fareyim, hızlı ve atik bir fare.” Kızlar ne demek istediğini anında anlayıp bir hayvan söylüyor: Fil, ayı, kelebek. Fahişeler ve hayvanları. Tuhaf, çünkü oğlum aynı soruyu başkalarına sorduğunda ne demek istediğini bir türlü anlamıyorlar. Oysa fahişeler ona hemen ayak uyduruyor.
Şimdi aklıma geldi, televizyon ekibi bir daha evime geldiğinde onlardan  birini getireyim karımın yerine, böylece daha doğal olur. Harikulade görünüyorlar. Ucuz, ama harikulade. Oğlum da onlarla daha iyi anlaşıyor. Karıma hangi hayvan olduğunu sorduğunda karım her seferinde ısrarla aynı şeyi söylüyor: “Ben hayvan değilim, canım, insanım. Annenim ben.” 
Ve oğlum her seferinde ağlamaya başlıyor.

(Kapı Birden Vuruldu, Etgar Keret. Çeviren: Avi Pardo. 'Sen Hangi Hayvansın?' adlı öyküden bir kesit. Alman televizyon kanallarından birinden gelen ekip, yazarı 'doğal halinde' kameraya çekmek ister ve olaylar gelişir.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder