31 Ocak 2013 Perşembe

Devam



Evet, kendine karşı dürüst olmak gerekir. Beş duyusuyla algıladığından farklı bir şeyi tecrübe der insan yazı sayesinde, çünkü dilin misyonu farklıdır. Ve kişi yazarken arayış içindedir, bu yüzden yazmayı sürdürür, gördüklerine ve tecrübe ettiklerine tamamen farklı bir açıdan bakmaktadır, kişi yazma süreci esnasında kendi deneyimler bunları. Yaptığın sürecin içinde yazının kendisi neye benzediğini bilmez,  yalnızca bittiğinde belli olur. Ve ben de, yazdığım sürecin içinde, korunaklıyım, yazarken hayatın nasıl devam edeceğini bilirim. Metnin sonuna gelmişsem eğer (hayatın nasıl devam edeceğini) bilmez olurum yeniden. 

(Söyleşi: "Dilin Gözleri Farklı." Kaynak: nobel.org)

30 Ocak 2013 Çarşamba

Yeniden


Her yeni kente geldiğinde yolcu, bir zamanlar kendisinin olduğunu artık bilmediği bir geçmişini bulur yeniden: artık olmadığın ya da sahip olmadığın şeyin yabancılığı, hiç senin olmamış yabancı yerlerin eşiğinde bekler.

(...)

"Bütün bu yolculuklar geçmişini yeniden yaşamak için mi?" diye sordu bu noktada Han. Şöyle de sorabilirdi aslında: "Bütün bu yolculuklar geleceğini yeniden bulmak için mi?"

(Görünmez Kentler, Italo Calvino. Çeviri: Işıl Saatçıoğlu, YKY.)

29 Ocak 2013 Salı

Kayıp



Yolcular, diye düşündü İrene, uyuyan kentlere heyecanla bakan yolcular. Artık geçerliliği olmayan arzulara. Kent sakinlerinin ardından bakan. Tek bacaklı ve kayıp bacaklı yolcular.

Yolcular çok geç geliyor.

(Tek Bacaklı Yolcu, Herta Müller. Çeviri: Çağlar Tanyeri.)

28 Ocak 2013 Pazartesi

Döngü



En küçük nesnelerin -borazanların, akordeonların ve mendillerin mesela- hayattaki en kopuk şeyleri 
birbirine bağladığını söyleyebilir miyiz? Nesnelerin kendi döngüleri içinde olduklarını ve sapmalarının bir tekrar şablonu izlediğini - bir kısır döngü içinde bulunduklarını, Almanca ifadesiyle bir şeytan döngüsü içinde olduklarını söyleyebilir miyiz? Buna inanabiliriz belki ama bunu söyleyemeyiz. Söyleyemediklerimizi yazabiliriz yine de. Zira yazı sessiz bir eylemdir, kafadan ele uzanan bir uğraş. Ağız atlanır. Diktatörlük zamanında epey konuştum ben, borumu öttürmeme kararı almıştım. Konuşmalarımın sonuçları çoğu zaman feci oldu. Ama yazı sessizlik içinde başladı, orada, merdivenlerin üzerinde, söyleyebileceklerimden fazlasıyla yüzleşmem gerektiğinde. Olanlar sözle ifade edilemezdi artık. Dışarıda olan biten ifade edilebilirdi belki ama olayların bütünü değil. Bunları ancak kafamda bir araya getirebilirdim, sessizce, yazma eyleminin içerisinde, kelimelerin kısır döngüsü sayesinde. Ölümcül korkuya yaşam açlığı ile cevap verdim ben. Kelimelere karşı açlıkla. Kelimelerin anaforundan başka hiçbirşey kavrayamazdı durumumu. Ağızdan çıkamayacak şeyleri harf harf bitiştirdim. Olayları kovaladım, kelimelere ve onların şeytan döngüsüne kapıldım, daha evvel bilmediğim bir şey ortaya çıkana kadar. 
Kelimelerin pandomimi, gerçekle paralel biçimde harekete geçti, gerçek boyutlara aldırmaksızın, en önemli olan şeyleri daraltıp en önemsiz şeyleri büyüterek. 

(Herta Müller, Nobel Edebiyat Ödülü kabul konuşmasından kesit.)

25 Ocak 2013 Cuma

N-n-n

Söylemiş miydik emin değilim, söylemediysek yeniden duyuralım: websitemiz yenilendi, sizleri oraya da bekleriz. 

Sırada haftanın notları:

Bir güzel kış haberi ile başlayalım: Yeni bir Joan Miró sergisi!  Sanattan bahsetmişken bir başka bağlantı da verelim hemen - yazı oldukça ilginç, başlık ise şahane: Birbirimize yalan söylemeyelim.

Marcel Duchamp'ın bir çamaşır ipine astığı geometri kitabından bu yana, sanatçılar kitapların organik doğasından ilham almayı sürdürüyor... Quebec'teki Çürüyen Kitaplar Bahçesi beni oldukça rahatsız etti - siz ne dersiniz?

Madem kış dedik, sonrasını da düşünmek lazım; kışın daha baharı var, yazı var... Yaza dair şimdiden sevindiren iki hoş haber gelsin öyleyse: Tom Waits ve Nick Cave konserleri! Radikal'de Kemal Yılmaz evvelden yazmış, bize de artık gidip görmek düşer... Tom Waits ile ilgili bir de kitap haberi geliyor; Anton Corbijn'in objektifinden Waits portreleri, bağlantı burada.  Jim Jarmusch'tan bir sunuş yazısı eşliğinde.

Bu arada bir başka yönetmen, Darren Aronofsky, önümüzdeki ay Alldesign Tasarım Konferansı için İstanbul'a geliyormuş. İlgili haber burada.

Sylvia Plath'in efsane romanı Sırça Fanus'un ellinci yılı şerefine, zaman içinde farklı edisyonlar, farklı kapaklardan oluşan bir galeri; Türkçe edisyonu da içeriyor... Sırça Fanus, yıllandıkça eskimeyen kitaplardan. (Quebec'e götürüp çürümeye terk ederseniz iş değişir.)

Bu hafta Twitter'da duyurduk, burada da söyleyelim: Bir Keret hadisesi olan Bilekkesenler'in yönetmeni Goran Dukic, bu defa yine bir Keret öyküsüne, 'Ceplerimde Neler Var?'a bir kısa film uyarlaması hazırlamış. Film, Sundance Film Festivali'nde yarışıyor, Youtube'dan halihazırda izlemek mümkün. Kısa öyküye klip ya da Dukic'in verdiği isimle: storyvid!

Hepinize iyi tatiller diler, ceplerinizin -öyküdeki gibi- hoş olasılıklarla dolup taşmasını temenni ederim.



24 Ocak 2013 Perşembe

Silah



Tek Bacaklı Yolcu, kalabalıkların içinde yalnızlık çekmenin, hükümleri bitmek bilmeyen zalim rejimlerin ve sürekli gözetlenmenin açtığı yaralar ile yaşamda yürümenin, yabancılaşmanın yonttuğu gözlerle içe ve dışa bakmanın, şu tuhaf dünyayı bir bütün olarak görme yetisini yitirmenin öyküsü.

Herta Müller’in Romanya’dan Batı Berlin’e göçtükten sonra yazdığı ilk roman olan Tek Bacaklı Yolcu, bireyin kaldırımlarda yankılanan adımlarını nihai bir hedefe değil, iç dünyasına çeviren, şiirsel bir metin. Gidişlerin kolay, varışların sancılı olduğu, kentlerin sürekli bükülüp açıldığı ve gönderilen mektupların posta kutularına düşer düşmez dağıldığı bir atmosferde, kendine, dünyaya, yaşama yabancı... Yolcular daima ağır yaralı.

Direnmek, bireyin tek silahı.

(Görselde, Katja Schenker'e ait bir iş: Nougat.)





23 Ocak 2013 Çarşamba

Hüküm



Zeit: İnsan geçmişin hükmünü yitireceğini umuyor. Sizce bu, mümkün mü?

Herta Müller: Geçmiş kimsenin yakasını bırakmaz, hangi şartlarda yaşanmış olursa olsun. Herkesin korkuları vardır, ilişkiler yıkılıp dağıldığında ya da bir hastalık ortaya çıktığında herkes korku duyar. Böyle durumlar değiştirir insanı, kalıcıdırlar çünkü. Sizi yıpratan ekstrem şeyler söz konusu olduğunda da aynıdır; ölüm korkusu illa ki yakanıza yapışır çünkü sizi ezip yok etmek isteyen bir oluşum peşinize düşmüş ve sizi takibe almıştır, on beş yıl boyunca mesela. Tuhaf biçimde alışırsınız ama, her şey yine dehşetli bir normallik kazanır. Korkuyu eninde sonunda dizginlersiniz ve onu dönüştürmeye bakarsınız. Zamanla olur bu, her şeyin aslında farklı olduğunu bilseniz de böyle olur. İnsan böylelikle kendinden yana olmayı, kendinin yanında durmayı öğrenir, bunca yıl içinde benim de  öğrenmek zorunda kaldığım üzere. (...) 

Son derece pratik bir biçimde şizofrenim ben.

Zeit: Sinirlenizin sağlam olduğu söylenebilir mi?

Herta Müller: Sinirlerim sağlam değil. Hissizleşmiş haldeler.








22 Ocak 2013 Salı

Ne var ki...



Her fikirle güzergahın her noktası arasında, belleğin anlık çağrışımlar yapmasına yarayacak bir benzerlik ya da bir zıtlık ilişkisi kurulabilir.* 

Herta Müller, Tek Bacaklı Yolcu'da, kentlerden kentlere, içerden dışarıya, zihinden kalbe varan geçitler inşa ediyor. Yabancılaşmanın had safhada, iletişimin neredeyse imkansız olduğu bir düzlemde Müller'in kahramanı İrene, kendini yerleştireceği noktayı arıyor. Her şeyi öğütmekte kararlı bir geçmişe, şimdiye ve meçhul bir geleceğe direnerek...

Calvino'nun Görünmez Kentler'de inşa ettiği hayali mecralar, Müller'in bakışıyla yeniden şekilleniyor Tek Bacaklı Yolcu'da; daha muğlak ve daha sancılı bir biçimde... Diktatör, İrene'nin peşi sıra yürüyor. Duvarlar insanın üstüne üstüne geliyor. Sonra uzaklardan Pavese'nin hüzünlü sesi duyuluyor: Ne var ki genç değildim artık.

Nihayetinde, zaman ve uzamı alt eden, çıkmıyor.

Direnişe devam.

(Alıntı: Italo Calvino, Görünmez Kentler. Çeviren: Işıl Saatçıoğlu, YKY.)



21 Ocak 2013 Pazartesi

Telef



Geçmiş kişiyi takipteyse, ona geçmiş denebilir mi? Zihin zamanı bilmez... İyi de anıları, resimleri, yaşanmışlıkları silmeyen bir zihinle, ileriye gidilebilir mi? Bakışı yontan tecrübeyse eğer, yeni bir başlangıç mümkün olabilir mi? Temel matematik, A noktasından B noktasına gitme senaryolarıyla dolup taşar ya, gerçek hayatta bagajın ağırlığı performansı belirler. O halde, bagajı göz ardı ederek tebdil-i mekanda ferahlık vardır demek, nasıl bir teselli olabilir?

A noktasından B noktasına gidememenin kitabı Tek Bacaklı Yolcu, bugünden itibaren raflarda. Herta Müller'in Romanya'dan Berlin'e göçtükten sonra yazdığı ilk metin; yazarın kendi hayatıyla da paralellikler taşıyor. Kendi içine dönen, ânı katlayıp açan, ileri doğru değil de bir burgaç gibi geriye savrulan bir tür seyahatname.

Yollarda telef olan yolculara güzelleme niteliğinde.

(Görselde, Kitty Krauss'a ait bir iş.)


18 Ocak 2013 Cuma

N-n-n


Cuma notlarına Cemal Süreya ile başlayalım... Geçtiğimiz hafta gidişinden bu yana 23. yıl devrilmiş oldu, tüm kara parçalarında, Afrika dahil. Grafitti bu aralar Beyoğlu'nun kuytularında çıkıyor karşımıza -  anmak için ölümü değil şiiri vesile olsun diye, şimdi de burada. 

Mektuplarım sabırsızlık, hatta öfke ile doluysa üzülme. Ne var ki müzmin bir kafa karışıklığı içinde yaşıyor ve yazıyorum. Kadri ülkemizde pek bilinmemiş kıymetlerden Joseph Roth'un mektuplarından bir satır - mektupların izinden enteresan bir yaşam öyküsü; ülkemizde değil mektupları, eserleri dahi pek bilinmiyor. Kimi kitaplarını kitapçılardan/sahaflardan temin etmek mümkün, ancak külliyatı tam olarak yayımlanmamış yazarın. Şahsen Burhan Arpad çevirisi ile çok sevdiğim romanı Eyyub'ün peşindeyim; Aziz Ayyaşın Efsanesi'ni ise, bu değerli yazarı henüz okumamış olanlara tavsiye ederim. Bir kitaba yönelik yegane beklentiniz sizi 'eğlendirmesi' ise, o takdirde bu notu geçersiz sayabilirsiniz.

Mektup demişken atlamak olmaz: Paul Auster ve J.M. Coetzee yazışmaları, Şimdi ve Burada adı ile, yeni çıkan kitaplardan. Can Yayınları'ndan.  Haftaya bir edebiyat olayı olarak mektuptan daha detaylı bahsedeceğim burada; notlarımı bitiştirebilirsem eğer.

Sona kalmasın, zira mühim: Noam Chomsky, bugün gerçekleşecek olan Boğaziçi Üniversitesi Hrant Dink İnsan Hakları ve Düşünce Özgürlüğü Konferası'nda konuşmacı olarak yer alıyor. Chomsky'yi dinleme fırsatını kaçırmayın. 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın verilerine göre: "Türkiye’de 2012 yılında 42.626 çeşit (başlık) kitap yayınlandı. 2012’de toplam 480.257.824 adet kitap üretildi. (MEB tarafından okullara ücretsiz dağıtılan ders kitapları dahil.) Türkiye'nin nüfusu: 74.724.269 (01.01.2012 itibariyle). 2012 yılında kişi başına 6,4 kitap düşmekte.""Başlık" terimi karşısında duyduğum sıkıntıyı bir başka blog yazısına saklamakla birlikte -zira başlık, bir yapıtın adını tanımlamakla beraber algıda genelde -mesela- Kırmızı Başlıklı Kız'ın kafasına geçirdiği şeydir ve her kitabın bir adı, dolayısıyla bağımsız bir kimliği varken başlık kelimesinin tercihi, kanımca pek 'şık' durmamaktadır- sayılar enteresan. Okullara dağıtılan kitapların işin içine girmesi verileri epey şişirmiş gibi duruyor... Neyse, ya sizin istatistikleriniz ne alemde? Siz, çevrenizdekiler, aileniz, yılda aşağı yukarı kaç kitap okuyorsunuz?    

Aylar evvel burada bahsetmiştik, Michel Gondry'nin sinemaya uyarladığı Boris Vian şahanesi Günlerin Köpüğü için gerisayım nihayet başladı! Hissiyat karışık biraz; Gondry heyecanlandırıyor, Tautou ürkütüyor. Bekleyip göreceğiz. Gösterim tarihi: 24 Nisan.

Yeraltı Kütüphanesi adıyla şahane bir iş: yer New York yalnız, belirtelim. CoverSpy da benzer bir çalışma içinde; yalnız onlar fotoğraflarla değil, kitap adları ve tren isimleri ile şehir içi toplu taşımada okunan kitapların nabzını tutuyor. Eğer siz de toplu taşıma araçlarında okunan kitapların adlarını görmek için şekilden şekle girenlerdenseniz, muhakkak takip edin, ilginizi çekecektir. Ben, bu hafta, Şişhane-Taksim hattında hep Grinin Elli Tonu'na rastladım mesela ve kitabı okuyanların, önümüzdeki ay kucaklarında Marquis de Sade kitaplarıyla toplu taşımada arz-ı endam etmelerine şahit olmayı diledim. Sonrasını ise şimdi hayal edemiyorum sevgili okuyucu, onu artık o zaman düşünürüm. (Gerçi bu biraz naif bir dilek olabilir; nerede okuduğumu anımsamıyorum ama birileri Grinin Elli Tonu'nun kadınlar arasında bu denli popüler olmasını klasik 'arıza erkeğin aşk ile yola getirilmesi' temasının yinelenmesine bağlıyordu. Kırbaç deyip de geçmeyelim, sembolik anlamlarını düşünelim. Düşünelim... Ya da düşünmeyelim.)  

İyi tatiller!

17 Ocak 2013 Perşembe

Yolcu...





Onu betimleyen söylemle asla karıştırılmamalı bir kent, kimse bunu senden iyi bilemez bilge Kubilay. Gene de bu ikisi arasında bir ilişki vardır. *

Tek Bacaklı Yolcu, Herta Müller'in Almanya'ya göç ettikten sonra yazdığı ilk roman. Söylemle, bireyle, algıyla karışan kentler eşliğinde, bir tuhaf metin.

Şimdi matbaada, haftaya tüm kitapçılarda.

(Italo Calvino, Görünmez Kentler. Çeviren: Işıl Saatçıoğlu, YKY.)

15 Ocak 2013 Salı

Tuhaf



Üçümüz işten çıktıktan sonra eve yürürken sadece hayatın kıyısında kalmış insanların duyabilecekleri bir heyecanla dünyanın halinden konuşuruz. Bu heyecanın zaman öldürmek, bürodan Montparnasse'a yürümek için gerekli üç çeyrek saati katletmek için duyulması gece yatağa girerken çok tuhaf gelir bana bazen. Şunun ya da bunun geliştirilmesi için olağanüstü parlak fikirler üretiriz ama onları hayata geçirebilecek bir araç olmaz. 

Yarın ellerimizin üzerinde yürümemiz emredilse hiç karşı koymadan itaat edeceğiz, asıl tuhaf olan bu.

(Yengeç Dönencesi, Henry Miller. Çeviren: Avi Pardo.)

14 Ocak 2013 Pazartesi

Yol




Tempomuz yoğun, harıl harıl çalışmaktayız sevgili okuyucu. Herta Müller'in Tek Bacaklı Yolcu'su yolda sayılır... Yukarıda, Nazlım Dumlu'nun kitaba özel tasarladığı ayraç görülmekte. Tek Bacaklı Yolcu, 2013'ün ilk kitabı olacak Siren için ve Müller'in eserlerinin devamı gelecek. Şimdilik bu kadarını söylemek yeterli olur sanırım.

Müller'in ardından Kerouac'ın Yolda'nın devamı niteliğindeki romanı Big Sur Nevzat Erkmen çevirisiyle, çağdaş edebiyatın en çarpıcı örneklerinden biri olan Karen Russell'dan Swamplandia Püren Özgören çevirisiyle ve Henry Miller klasiklerinden Clichy'de Sakin Günler Avi Pardo çevirisiyle bu yıl yayımlanacak kitaplarımızdan bazıları. Sırayla elbette, aceleye mahal yok. Program oldukça enteresan, bizi takip etmeye devam edin diyor ve huzurlarınızdan çekiliyorum.

İyi haftalar!

11 Ocak 2013 Cuma

N-n-n

Bizler bugünlerde Herta Müller'in romanı Tek Bacaklı Yolcu'nun hazırlıkları ile uğraşmaktayız sevgili okur, ya sen ne yapmaktasın? Çeviri, Çağlar Tanyeri imzalı; kitap yakın zamanda raflarda olacak.

Haftanın haberi Haruki Murakami ile ilgili: Murakami Apple 'dükkânına' kendi takvimiyle giriş yaptı. Takvim derken, Diary isimli bir uygulama bahsettiğim; Murakami'nin doğumgünü yarın, uygulamanın hem yazarın doğumgünü hem de 1Q84'ün karton kapaklı baskısı ile aynı anda çıkması planlanmış Bookseller'ın haberine göre. Halihazırda temin edilebiliyor, belirtelim. İçerik derseniz asıl o kısım enteresan; bahsi geçen uygulama (tam adı Murakami Diary) kullanıcıya ajanda/takvim benzeri bir hizmet sunmakla beraber yazarın daha önce yayımlanmamış bazı kısa öykülerini, kitaplarının görsellerini ve kimi alıntıları içeriyor. Wrench isimli bir öyküsü var ki bilhassa acayip, tavsiye ederim. Takvim saplantısından geçen haftalarda bahsetmiştik, elektronik bir takvim olarak Diary de takdire şayan bir çalışma.

Bu haftaki Penguen'in kapağında Küçük Prens var! Arşivlik.

Bu ay aralarında bir adet imzalı Where the Wild Things Are nüshasının da bulunduğu Maurice Sendak'a ait kimi şeyler, bir müzayede kapsamında satışa çıkacak. Detaylar ya da çizimler için, buraya.

İdefix'in satışı haberleri ardından kurucularından Metin Solmaz ile söyleşi, o günleri, yani İdefix'in İdeefixe olduğu günleri anımsayanlara gelsin. Ya da nostalji niyetine: "Neo, erkencisin!"

David Bowie. 10 yıllık bir aranın ardından yeni şarkı, yeni klip, bolca Berlin hasreti... Delicesine paylaşıldı, biz yine de bağlantı verelim.

"...devre arasında takıma taktik vermez; oyunculara birer, ikişer sayfa klasiklerden okuturmuş..." Hürriyet'ten oldukça dağınık, ancak ilginç bir fotogaleri çalışması: Teknik Direktörlerin Okuduğu Kitaplar. Mert Nobre'nin Orhan Pamuk'un Kar romanı hakkında söylediklerinden sonra bu konuya eğilmek farz olmuş sanırım. Futbolun daha enteresan hale geleceği günler yakındır diyebilir miyiz? Pek sanmıyorum, sevgili okuyucu ama hayali hoş.

Bu hafta John Hillcoat yönetmenliğindeki Kanunsuzlar (Lawless) vizyonda; senaryoyu yazan on parmağında on marifet Nick Cave'den ise Gaspar Noé yönetmenliğinde yeni video geliyor kapatırken - yeni şarkı ancak fena halde Enter the Void hissiyatı: We No Who U R.

İyi tatiller.



10 Ocak 2013 Perşembe

Eğer



Sovyet yasaları uyarınca ölüm cezasının bir alt seviyesinde sürgün yer alır. Eğer ben suçlu isem, cezalandırılmayı hakketiysem eğer, yine de edebi anlamda ölüm cezasını hak etmiş olduğumu sanmıyorum ve dolayısıyla SSCB'den sürgün edilmeyi talep ediyorum - eşimin de bana eşlik etmesi şartı ile. Eğer suçlu değilsem, o zaman eşim ve benim ülkeyi terk etmeme izin çıkmasını diliyorum, en azından kısa süreliğine, bir yıllığına örneğin. Edebiyatta büyük fikirlerin hayat geçirilmesi uğruna hizmet vermek için geri dönme hakkı tanınması kaydıyla elbette, küçük adamlara hizmet etmeksizin, kelime sanatçısının dünyadaki rolüne dair algıda ufak da olsa bir ilerleme kaydedildikten sonra. Bunun yakında gerçekleşeceğine inanıyorum çünkü altyapı oluşturulduktan sonra sıra kaçınılmaz olarak üstyapıya gelecektir - Devrim'e yakışacak bir sanat ve edebiyat alanı yaratmaya. 

(Zamyatin'in Stalin'e yazdığı  mektuptan alıntı. Zamyatin, 1931 yılında Stalin'in izniyle Paris'e gitti, 1937 yılında bir göçmen olarak yaşadığı şehirde hayata veda etti. Başyapıtı Biz için buraya. Görseli Telegraph'te buldum; Rusya'nın Banksy'si olarak bilinen P183'e ait bir iş.)

9 Ocak 2013 Çarşamba

Fark





Rumencede 'kar taneleri'nden 'küçük gözyaşları' diye bahsedilir; Almancada ise bunlara 'küçük kar çanları' adı verilir (Schneeglöckchen.) Demek oluyor ki yalnızca farklı kelimeler değil, farklı dünyalar söz konusu burada. Romanyalılar kayan bir yıldız gördüklerinde birinin öldüğünü söyler, Almanlar ise bir dilek tutar.  

Herta Müller, Radio Romania International, 17/08/2007.

(Tek Bacaklı Yolcu, Çağlar Tanyeri çevirisiyle, çok yakında raflarda. Aşağıda, karlı bir Berlin manzarası. Yukarıda ise karlı bir Beyoğlu manzarası - Asmalımescit'te duvar dibi.)



8 Ocak 2013 Salı

Yok





İnsani bir çözüm getirmeniz için yalvarıyorum size - bırakın gideyim. Benim için aracılık etmenizi istiyorum. Mektubumu aldığınıza dair bana haber verme nezaketini gösterin lütfen. Mektubuma şunu da eklemek isterim: tüm oyunlarım yasaklandı, yazdığım tek bir satır bile hiçbir yerde yayımlanmıyor. Halihazırda çalışmıyorum, hiçbir şeyden bir kuruş telif gelirim yok. Hiçbir kurum, hiçbir kimse taleplerime cevap vermiyor. SSCB'de 10 yıldır yazdığım her şey yok edildi. 

Geriye yok edilecek tek bir şey kalıyor - ben. 

İnsancıl bir karar alınmasını diliyorum - bırakın gideyim. 

(Bulgakov'dan Gorki'ye mektup. Russian Literature of the Twenties'de yer alıyor. Yukarıdaki görsel Bulgakov'un Moskova'daki dairesinin girişinden; daire bir süredir müze olarak ziyarete açık, ancak 2006 yılında kendini 'Şeytan' karşıtı olarak niteleyen bir şahsın saldırısı sırasında zarar görmüş. Dilimizdeki eserleri için, buraya.)


7 Ocak 2013 Pazartesi

Göz




İstanbul'un Bahçelievler semtinde bir ilköğretim okulunda, Vasconcelos'un Şeker Portakalı'nı öğrencilerine öneren bir öğretmen hakkında, kitabın 'Türk örf ve adetlerine aykırı olduğu ve argo kelimeler içerdiği' gerekçesiyle bir velinin şikayeti üzerine soruşturma açıldı.

İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü Kitapları İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu ise, John Steinbeck'in Fareler ve İnsanlar adlı yapıtının sakıncalı olduğuna karar verdi.

Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, kitaplar hakkında işlem yapılmadığını belirterek, "Bırakın çocuklar istedikleri kitapları okusun," dedi. Konu ile ilgili haber için Bianet'e buyrun.

Şeker Portakalı'nda Zeze'nin söylediği 'Çırılçıplak bir kadın isterdim' dizesini içeren şarkı ahlaka aykırı bulunurken, Fareler ve İnsanlar'da bahsi geçen 'Susy'nin Evi' kitabın ahlaka uygunluk kriterleri üzerinden yeniden değerlendirilmesine önayak oldu.

Kitapların ikisi de MEB'in oluşturduğu Yüz Temel Eser listesinde yer alıyor. Yüz Temel Eser, pek çok tartışmaya neden olduğu gibi 2005 yılında listede yer alan kitaplardan Küçük Prens'in çıkartılmasıyla da tartışmalara yol açmıştı.

Küçük Prens dediysek Tilki'yi anmadan geçmeyelim, 'Gözler kördür aslında. Gerçeğin mayası gözle görülmez.'

Yukarıda, bir damla mürekkep damlatılarak katlanmış bir A4 kâğıdı görüyorsunuz. Görüyor musunuz?

Ne görüyorsunuz?

Paniğe mahal yok.

Gördüğünüz sizi bağlar sadece, görüntüde uzlaşmak olası değil. Kitabınızla sizin aranıza kimseler girmesin öte yandan, o kadarı yeter.

Tek temennimiz bu olsun.



4 Ocak 2013 Cuma

N-n-n


Bir kuru gürültüdür gidiyor ya, neyse... Biz notlarımıza bakalım.

Yeni senenin en güzel yeniliklerinden biri, yeni takvimler. Bir klasik olan Takvim-i Ragıp'ı bu vesileyle şiddetle tavsiye ederim; bir takvimin içermesi gereken tüm bilgileri içerdiği gibi kimi günlere 'Bazı yerlerde yağmur yağabilir' ibaresi düşmesi, kuşların göç günlerini şaşmaz bir kesinlikle belirtmesi, lale mevsiminin başlangıcından yaprak dökümünün sonuna mühim tarihleri işaretlemesi ile eşsiz bir rehber olduğu için. Yanına keyfinize göre Saatli Maarif'i, hatta Galeano'nun Ve Günler Yürümeye Başladı'sını ekleyerek daha derin boyutlar katabilirsiniz.

Geçen hafta yazdığım sene sonu özetinde, Amazon'dan ve Amazon'un başındaki Jeff Bezos'dan uzun uzadıya bahsetmiştim. Bezos'un fantastik bir projesi var ki değinmezsem olmaz: 10.000 Yıl Saati. Saat, önümüzdeki 10.000 yıl boyunca zamanın çetelesini tutacak. Teksas'ta bir dağın tepesine, mağaramsı bir oyuğa inşa edilen saat, insanlığın 'uzun-vadeli' düşünme yetisine yönelik bir saygı duruşu niteliği taşımaktaymış. Ne diyeyim? Henüz yapım aşamasında, bari onu söyleyeyim.

Designers & Books, AIGA ve Design Observer işbirliği ile 50 Kitap / 50 Kapak. Şahane işler var, buradan buyrun.

18 Ocak'ta yapılacak Hrant Dink anma törenine Noam Chomsky'nin katılacağı açıklandı. Detaylar burada. Chomsky'nin Ali G. ile yaptığı tuhaf sohbeti ise buradan izleyebilirsiniz.

Yılbaşı akşamı herkes kendince kurtlarını dökmüş, kutlamasını yapmıştır sanıyorum; yapamayanlara selam olsun. Şuradan 'partileme' konusunda ihtisas sahibi David Bowie, Lou Reed ve Iggy Pop fotoğraflarına göz atıp ayrıca ilham alabilirsiniz. Şurada ise Bukowski'den Ginsberg'e, Zadie Smith'ten Carson McCullers'a farklı yazarların eğlenme hallerini tetkik edebilirsiniz. Anahtar kelime: rahatlık!

Bugün notları bir video ile değil, Scott Hazard'ın işlerinden birine ait görselle kapatmak dileğindeyim. Boş sayfanın dayanılmaz cazibesi... Yeni senenin ilk haftasını devirdiğimiz şu cuma gününde, temiz başlangıçlar temenni ederim hepimize.

İyi tatiller!









3 Ocak 2013 Perşembe

Aşırı




Nasıl içiyorsam öyle yazıyorum. Aşırıya kaça kaça. Bir süre uzak duruyorum, yazmıyorum ve... İptilaya özgü bir şey bu, bir bakmışım ki gözlerim yüzümden düşecekmiş gibi oturuyorum orada, beş gün geçmiş, tıraş olmamışım, üstümü değiştirmemişim, fena, çok fena durumdayım. Eninde sonunda biri  çıkıp bana şöyle diyor: "Git bir duş al, tanrı aşkına, iğrenç herif.' Ancak o zaman yıkanıyor ve kendime tamam diyorum, iyiymiş bu, bir yürüyüşe çıkayım ben. Sonra paba gidiyorum.
(Irvine Welsh'ten yazma hallerine dair... Görselde Trainspotting'in beyazperde uyarlamasında Renton, yani Ewan McGregor, aşırıya kaçarken.)

2 Ocak 2013 Çarşamba

Ölümden sonra yaşam



S: Düşmanlarınızın eleştirileri karşısında gözyaşı döktüğünüz oldu mu?

Roberto Bolaño: Çoğu kez. Ne zaman birileri hakkımda olumsuz şeyler söylese ağlamaya başlarım ben, kendimi yerlere atarım, kaşınmaya başlarım, yazmaktan bütünüyle vazgeçerim, iştahım kapanır, daha az sigara içerim, spor yapmaya başlarım, deniz kıyısında yürüyüşe çıkarım -deniz evime otuz metre uzaklıkta zaten- ve ataları Ulysses'i yemiş olan balığı yemiş olan martılara sorarım: Neden ben? Neden? Ben size kötü bir şey yapmadım.

S: Yazarın ölümü sonrasında* yayımlanan eserler sizde ne gibi duygular uyandırıyor?

Roberto Bolaño: Ölümü sonrasında.* Romalı bir gladyatörün ismi gibi geliyor kulağa, yenilmez bir gladyatörün... En azından o zavallı buna inanmak ister. Onu cesaretlendirir. 

(İngilizce gerçekleşen söyleşide kullanılan kelime (*): posthumous. Gladyatörü Posthümoz adıyla tahayyül edebiliriz dolayısıyla. Söyleşi Bolaño'nun ölümünden hemen önce Playboy ile yapılmış. Altını çizmek gerek: Bolaño'nun eserlerinin çoğu ölümünden sonra İngilizceye çevrildi; ölümünden sonra 2666 adlı dev romanı da dahil olmak üzere (Okudunuz mu? Okuyun!) 6 kitabı orijinal dilinde yayımlanmış. Diorama isimli bir metin ise, söylenenlere göre sırada bekliyor. Ölümden sonra yaşam, en azından kitaplar söz konusu olduğunda... mümkün! Görselde solda Bolaño'nun sandalyesi, sağda ise Rimbaud'nun çatalı ve kaşığı; fotoğrafları çeken: Patti Smith, kaynak: NY Times.)

1 Ocak 2013 Salı

İz


Merced de Papel'de âşıklarının izi kalmıyordu ama erkekler kesilmiş dudak ve diller, iyice yaşlanana kadar kalacak izler bırakan kesiklerle ayrılıyordu yanından. Los Angeles sokaklarında dolaşıyor, kendilerininkilerle aynı, kâğıt kadar ince yaralara sahip başkalarıyla karşılaşıyorlardı. Kesiklerinin derinliğini ve eskiliğini açığa çıkarmak için öylesine dudaklarını yalayarak, kimi zaman da yarık dillerini kertenkeleler misali çıkarıp hemen geri çekerek kendilerini tanıtıyorlardı. 

(Kâğıt İnsanlar, Salvador Plascencia. Çeviren: Begüm Güzel. Görsel, Mehlika Özsoy'a ait; gökyüzü düşüyor, kederin devası bulunmuyor ve aşk, gökyüzünde çatlaklar açıp ufku mahvediyor... Özsoy'un Deviantart sayfası için buraya.)