26 Şubat 2013 Salı

Barış


Oy kullanmaya sabah gittik. Öğleden sonra gitmeyi planlamıştık, anneanneyi ziyaret ettikten sonra. Fakat yedi yaşındaki oğlumuz Lev o kadar heyecanlı ve sabırsızdı ki karıma sabah erkenden gidip bu işi aradan çıkarmayı önerdim. Sabahın yedisinde, hâlâ soğuk olan sokağa çıktık ve ben anne-babamla oy kullanmaya gittiğim ilk seçimimi hatırladım. Yom Kippur Savaşı’ndan sonraydı. Birlikte gitmiştik, fakat onlar bunu fazla büyütmemişlerdi. Beni götürmelerinin nedeni çocuk bakıcısı bulamamalarıydı, ya da onun gibi bir şey. Birlikte perdenin arkasına geçtiğimizde onlarla gururlandığımı hatırlıyorum. Bu işi hayli ciddiye alıyorlardı; doğru oy pusulasını sabırla aradıktan sonra zarfın içine koymuşlardı. Ülkemiz için en iyisini seçmeye çalışıyorlardı, benim için. Dünyada başka hiç kimsenin annemden ve babamdan daha iyi oy kullanamayacağından emindim. İçim rahattı. O zaman, İsrail’in üç yıl zarfında Dünya Güzellik Yarışması’nı, Avrupa Basketbol Şampiyonası’nı ve Eurovision Şarkı Yarışması’nı kazanacağını bilmiyordum. Cüretkâr bir operasyonla Entebbe’deki rehinleri kurtaracağımızı da bilmiyordum. Henüz bilmiyordum bunları, fakat havada parlak bir geleceğin kokusu vardı. Annem ile babam zarflarını seçim kutusunu attıklarında o geleceğe bir adım daha yaklaştığımızı biliyordum.

2013 seçiminin duygusu ise bütünüyle farklı. İran tehdidi büyük kara bir bulut gibi tepemizde; İsrail’in yerleşimleri genişletmek ya da Türk gemisine saldırmak gibi tahrik edici kararlarıyla kendini mahkûm ettiği uluslararası tecrit koyulaşmakta ve geçenlerde ülkenin bütçe açığının maliye bakanının açıkladığı gibi yirmi milyon şekel değil, kırk milyon şekel olduğu ortaya çıktı. Fakat bütün bu varoluşsal sorunlara rağmen, insanlar bu seçime tamamen ilgisiz görünüyorlar. Komşularımız Şefler Yarışıyor finaline bu durgun seçimden daha çok ilgi duyuyor. Sanki kaderimiz hâlihazırda mühürlenmiş; bugün bir başbakan seçmek, buzdağına çarptıktan sonra Titanik gemisine kaptan seçmeye benziyor... Gemi nasılsa su alıyor, yan yatmaya başlamış, dümende kim olduğunun ne önemi var?

Yol boyunca önünden geçtiğimiz panolara Netanyahu’nun, “Güçlü Bir Başbakan–Güçlü Bir İsrail,” seçim sloganı yapıştırılmış. “Zeki Bir Başbakan” değil, ya da şerefli, ya da iyi. Sadece güçlü. Umut yok, yeni bir şiddet dalgasının yolda olduğu vaadi var sadece.   

Yakınımızdaki ilkokulun derme çatma seçim kulübesinin önünde ceplerimde kimliğimi arıyorum ve Lev hayatında ilk kez bana hangi partiye oy vereceğimi soruyor. Ona kendi fikrini soruyorum, o da bir saniye düşünüp, “En çok barış verene,” diye haykırıyor.

“Bu çok güzel bir yaklaşım,” diyorum, “ancak, maalesef, bu seçimde partilerin hiçbiri barış vermiyor, barış umudu bile vermiyor.” Lev biraz daha düşündükten sonra o zaman en çok para veren partiye oy vermemi söylüyor. Öyle bir parti düşünmeye çalışıyorum. Para veren. Sadece hâlihazırda zengin olanlara, ultra-Ortodoks’lara ve yerleşimcilere değil; herkese. Lev yüzümdeki bıkkınlık ifadesini yakalayıp yeni bir öneri getiriyor. “O zaman en hoş olana ver,” diyor. Fakat hoş adayların sayısı o kadar az ki bu seçimde. Ki tuhaf. Çünkü iki-üç işte birden çalışmak zorunda kalan bir halka umut ya da iyi bir hayat vaat edemeyen seçilmiş temsilcilerin en azından hoş olmalarını bekliyor insan.

“Öyleyse en az kötü olana ver,” diyor Lev, çıtayı alçaltmaya hazır. Başımı sallıyor ve kimliğimi seçmen bilgi sayfasında ne yazdığını izah eden tombul kadına uzatıyorum. Sonra perdenin arkasına geçiyor ve en az kötü olduğunu düşündüğüm partinin oy pusulasını seçiyorum. İyi bir öğüt verdi oğlum bana. Henüz iyi bir parti seçebileceğine, öyle bir partinin var olabileceğine inanmayı unutacak zamanı olmamış yedi yaşında bir çocuktan güzel bir öğüt. Belki yedi yaşında çocuklara oy hakkı verirlerse bir şeyler değişir bu ülkede. Başımızda biraz barış ya da en azından barışın mümkün olduğuna dair umut vaat eden, sadece yakınlarına değil halka da biraz daha fazla para veren insanlar olur. Fakat yedi yaşında çocukların oy hakkı yok henüz ve bu son birkaç yıl onların bildiğini neredeyse hepimize unutturdu. 

Zarfı oy kutusuna atıp Lev’e annemin ve babamın neredeyse kırk yıl önce bana gülümsedikleri gibi gülümsemeye çalışırken sonunda çoğumuzun yine en kötüsünü, bize zerre kadar umut vaat etmeyeni seçeceği korkusunu içimden atamıyorum. 

(Etgar Keret, İlk Seçim. Çeviren: Avi Pardo. 27 Ocak 2013 tarihli Akşam gazetesinde yayımlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder