12 Şubat 2013 Salı

Devam


Günlük bir limit belirleyip öyle yazan pek çok yazar tanıyorum ama benim için kurmaca bir alemde geçen zaman günün verimliliğini belirleyen temel unsur sanırım. Yazar olarak oldukça üretken sayılırım, pek çok kelime dökebilirim kağıda, ama hacim sağlam bir ölçüt sayılmaz benim için. Soru şudur aslında, dört ya da beş saat boyunca odaklanarak, hikayeden kopmamı sağlayacak bir bahane bulmadan oturup yazdım mı? Yerimde durmayı ve kelimelerime sadık kalmayı başardım mı, cümlenin ortasında e-postamı kontrol etmem gerektiğine ikna olmadan ya da bir şeyler araştırmam, veya buzdolabında bilimsel bir deney halini almış şeyleri atmam gerektiğine karar vermeden devam edebildim mi? Benim için iyi bir yazı mesaisi hikayenin içinde hareket edebildiğim zaman gerçekleşir, zira cümlelerle oynamaya bayılırım ve çoğu zaman, anlatının ilerlemesine engel olmamak için geriye dönüp yazdıklarımı gözden geçirme dürtüsüne engel olmam gerekir. Eğer hikayenin içinde doğrusal olarak hareket edebiliyorsam, hikayenin içinde kalabiliyorsam, çaresizlik, öfke, aşırı güven duygusu ya da güven eksikliğiyle kendime ket vurmuyorsam, bir cümleden diğerine geçişte olacakları bilmeden yol alabiliyorsam verimli bir gün geçirmişimdir. Yazarlar kendilerini sabote etmede ustadırlar ama. Ben de kendimi yüzlerce farklı biçimde yoldan çıkarabilirim - Hikayenin iyi gittiği kanısına vardığımda kendimi dışarı atabilirim örneğin. Tecrübe ettiniz mi bilmiyorum ama delice bir neşe doldurur insanın içini, öyle ki onu sekteye uğratmak istersiniz. Kendimi bir karakterin içinde kaybetmek dayanılmaz bir mutluluk verir. 

Püf noktası, yazı sürecinin nasıl gitmekte olduğuna dair bir değerlendirme yapmadan devam etmektir. 

(Yıl sonunda raflarda yer alacak, şimdilik mutfağımızda olan harika bir kitap: Swamplandia. Yukarıdaki paragrafta geçen yıl Pulitzer'e de aday olan genç ve parlak yazar Karen Russell, yazma alışkanlıklarından bahsediyor. Kaynak: The Daily Beast.)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder