31 Temmuz 2013 Çarşamba

İyi şeyler




Bütün bunlardan iyi şeyler çıkacak daha - Ve işte öylece görkemli ve ölümsüz olacak.*

Edebiyat uyarlamalarından çekindiğim bir gerçek, ancak Big Sur, kısacık tanıtımı ile, kitabın duygusunu verebilirmiş gibi görünüyor. Sundance'de gösterilen film, AVM eksenli sinemalarımıza uğrar mı bilinmez ama festivallerden umut kesilmez. Michael Polish yönetmiş - YouTube yorumcularından biri ise David Lynch el atsaydı demiş... Lynch, şu 2013 yazına el atsa ne olurdu, ben onu merak ediyorum. (Lynch, Dirty Dancing'i çekseydi ne olurdu diye düşünen birileri ise şu eseri ortaya koymuş ki bağlantı vermeyi borç bilirim.)


30 Temmuz 2013 Salı

Rahat!


Ne rahatız şimdi! Gurur dolu bir huzur var içimizde. Hiçbir şeyden kuşkumuz yok çünkü. Bütün sorunları çözdük, imzamızı da bastık altına...

(Yaz İzlenimleri Üzerine Kış Notları, Dostoyevski. Çeviren: Ergin Altay. Bütünüyle kuşkudayız, bütünüyle kuşkudayız. Görsel, Galata, Serdar-ı Ekrem civarında bir duvardan.)

29 Temmuz 2013 Pazartesi

Kaybolan

Hayat mı daha tuhaf yazı mı tartışması; yumurta mı tavuktan çıkar tavuk mu yumurtadan kadar çözümsüz olmasa da, kişinin yaşadığı hayata ve okuduğu/yazdığı şeylere göre değişkenlik gösteriyor, o yüzden de kolay kolay nihayete erecek türden bir tartışma değil, sevgili okuyucu. Pazartesi pazartesi nereden çıktı bu anlamsız bahis diyecek olursanız, yumurtadan veya tavuktan çıkmadığı kesin, o kadarını söyleyebilirim.

Guardian'da okuduğum bir haberden alıntı yapıyorum: "Gerçekler, kurmacayı misliyle aşıyor."

Haber, Fransız yazar Michel Houellebecq'in 2011 yılında vuku bulan esrarengiz kayboluşu ile alakalı; denilen o ki bu gizemli kayboluş vakası hakkında bir film çekilecekmiş ve evet, bu kayboluş ile ilgili gerçekler, hakkında uydurulan tüm söylentilerden daha alengirli, daha tuhaf, daha garipmiş. Harita ve Topraklar adlı romanının tanıtımı için o kitapçı senin, bu kitapçı benim dolaşırken Houellebecq, aniden sırra kadem basmış ve kayboluşu ile ilgili El Kaide tarafından kaçırıldığına varana değin türlü iddia ortaya atılmış. Uzun süre kayıplara karışan yazar, hakkında çeşitli kaçırılma senaryoları yazılırken hiçbir şey olmamış gibi ortaya çıkmış ve kitabının tanıtım faaliyetlerini sürdürmüş. Bu husustaki haberleri okuduğumu, ancak bu olaya, zamanında bir pop şarkıcısının jet ski ile gezerken kaybolması ve köpekbalıkları ile boğuştuktan sonra bulunması haberi kadar ilgi duyduğumu anımsadım konuyu araştırırken, yani ciddiye almamışım. O şarkıcı kimdi diye merak ettim, onu da buldum, ilgili haber burada. (Tamamen serbest çağrışım... Bu arada ya ben taş kalpliyim, ya dünya yalan. Tek gerçek tavuk ve yumurta çıkmazı olabilir mi?)

Neyse, haberin özeti bu; yazarın, bu filmin senaryosu ile alakası olup olmadığı bilinmiyor, ancak başrolde oynayacağı söyleniyor. Geçen hafta Rowling'in şapkasından çıkan yeni 'numara'dan bahsetmiştim, bu hafta böyle bir şey görünce dayanamadım, paylaşmak istedim.

Hayat mı daha tuhaf yoksa yazı mı, o tartışma bitmez ama birilerinin rol kestiği kesin.

Houellebecq'in Kaçırılması adlı eser çekilene değin, Exit Through the Gift Shop'u bir daha izleyelim ve hayat mı daha tuhaf kurmaca mı, düşünelim. Üzerine bir de yumurta yedik mi, sonu olmayan bir gizem sarmalından aşağı doğru ineceğimiz kesin. Kurmaca, hayat kadar sakil, hayat kadar pespaye olabilir mi, onu da başka zaman tartışırız.

Başlıktaki soruya bir yanıt Kara Kitap'tan gelsin, bu bahis de burada bitsin: "Çünkü hiçbir şey hayat kadar şaşırtıcı olamaz. Yazı hariç. Yazı hariç. Evet tabii, tek teselli yazı hariç."


26 Temmuz 2013 Cuma

N-n-n


Leyla Erbil'e veda. İlgili haberlerin bağlantılarını paylaşmak gelmiyor içimden, sadece veda yazılarından birkaçı... Örneğin, bu.

Bir şehir, nasıl korunur, nasıl gelişir, nasıl yenilenir? Bu satırları kulakları sağır eden hilti sesleri eşliğinde yazıyorum, sevgili okuyucu. Umarım ki sizler, darbeli matkapların yaygarasından uzaktasınızdır.

Hayvanlar yergi vesilesi olmasın! Eşeği, köpeği, kemirgeni rahat bırakalım, dilin zenginliklerinden işe hayvanları karıştırmaksızın faydalanalım, temennimiz bu. Kemirgen demişken, 19. yüzyıldan büyülü fener için hazırlanmış bir slayt gösterisinin bağlantısını verelim: Ağzına Fare Kaçan Horlayan Adam. Wikipedia, bu gösterinin, zamanında, izleyenleri coşturduğunu iddia ediyor.

Geçtiğimiz hafta, şair Didem Madak'ın gidişinin ikinci yılı doldu. Kitapları için, buraya


Gramsci Anıtı. Burada değil, New York'ta. Hapishane Defterleri, onlar burada

Bu hafta gözaltına alındıktan sonra ortadan kaybolan şair Atilla Çapraz, çok şükür, bulundu. Çapraz'ın (AX) işleri için buraya

Notları Çapraz'a ait olduğunu sandığım bir mesajla kapatıyorum bu hafta: Her Şeyin Hayırlısı.

Yukarıdaki görsel, Kadıköy'den; 'Her Şeyin Hayırlısı' Büyük Parmakkapı sokak civarından.



25 Temmuz 2013 Perşembe

Persona



İki gündür takma adlar vasıtasıyla çoğul kimliklere/alter egolara/birden fazla mahlasla roman yazanlara dair yazıyorum, bugün noktayı, alter ego hadisesinin kanımca doruk noktasıyla, Calvin and Hobbes ile koyayım.

Calvin and Hobbes (ülkemizde Remzi Kitabevi tarafından Kalvin ve Hobs adıyla yayımlanmış) zannediyorum ki okuyanın mest olmadan elinden bırakamayacağı, kıymeti kendinden menkul bir Bill Watterson hadisesi ve haberlere bakılırsa, Kasım ayında görücüye çıkacak bir belgeselin de konusu olmuş.

Okuduysanız biliyorsunuz elbette, okumadıysanız alter ego ile ne alakası var diye düşüneceksiniz... Geçtiğimiz günlerde, yanılmıyorsam Chuck Palahniuk'un Twitter mesajlarından birinde, Dövüş Kulübü'ndeki Tyler Durden ve anlatıcı (Jack?) ilişkisinin Calvin ve Hobbes ile paralel olduğunu okumamla eski ciltleri yeniden indirdim ve bir kez daha, çoğunu anımsıyor olmama rağmen bu maceralar karşısında sevinçle doldum... Bu vesileyle henüz tanışmamış olanlara imrendiğimi belirtmek isterim.

Palahniuk ise, geçtiğimiz hafta Dövüş Kulübü'nün devamının geleceğini, ancak çizgi roman formatında yayımlanacağını duyurdu: Romanın bitiminden on yıl sonrasında, Jack'in içinde gizlenen anlatıcı Tyler, "geri" dönmeye hazırlanıyor, Jack'in olan bitenden haberi olmuyor, Marla'nın canı sıkılıyor, Jack ve Marla'nın evliliği iyi gitmiyor ve Tyler, onların çocuğunu kaçırıyor. Ve olaylar gelişiyor...

Çizgi Dövüş Kulübü'nü Calvin ve Hobbes ile paralel okumak için, 2015'e değin beklemek gerekecek.

Sağlıcakla.






24 Temmuz 2013 Çarşamba

Bölünme

Dünkü yazıda J. K. Rowling'in Robert Galbraith adıyla yazdığı romandan bahsettik - çağdaş dünya edebiyatında bir yazarın birden fazla mahlas kullanması vakası oldukça yaygın aslında, ilk akla gelenler Benjamin Black adıyla (polisiye) yazan John Banville, kimi eserlerinde (Mezarlarınıza Tüküreceğim, Ve Bütün Çirkinler Öldürülecek, Bütün Ölülerin Derileri Aynıdır, Çıtırlar Farkında Değil, Kırmızı Ot) Vernon Sullivan adını kullanan Boris Vian (bunlar, Türkçede Boris Vian adıyla yayımlandı,) romanlarının yedisini Richard Bachman müstear adıyla yayımlamış olan Stephen King, bir gazetede (The Irish Times) Myles nag Copaleen adıyla da yazan, ancak bizim Flann O'Brien imzalı şahane romanlarıyla tanıdığımız Brian O'Nolan, kimi kitaplarında Paul French adını kullanan Isaac Asimov, Canki'sinin ilk basımında William Lee olarak yer alan William S. Burroughs ve 'kurguladığı' JT Leroy personası ile son yılların en büyük edebiyat skandallarından birine imza atan, sonrasında ise neredeyse aforoz edilen Laura Albert. (Sarah ve Yürek Her Şeyden Ziyade Aldatıcıdır'ı, (Türkçe edisyonlarını okumadım yalnız) ilk yayımlandıklarında epey etkilenerek okumuştum, ki burada da bu hususta bir şeyler yazmışım.)

Bir yazarın takma ad kullanması değil de, birden fazla takma ad ile yazması irdelenmeye değer bir durum; yazı ki yazarının suretini görmenize olanak tanımayan bir disiplin, yazı ki yazarın, suretinden bağımsız, özgürce at koşturabileceği bir alan... (Ha yazar roman karakterlerinin kılığında fotoğraflar çektirip gazetelerde dergilerde arz-ı endam ediyordur, o başka vaka haliyle.) Ve yine yazı, yazarın, küllerinden doğmasını sağlayan bir mecra - kimi zaman, Rowling örneğinde olduğu gibi, yeni bir persona yaratıp eskisinin (J.K Rowling adının da mahlas olduğu varsayılırsa) etkisiyle körüklenmesini de mümkün kılan.

Şizofreniye varacak açılımları irdelemeyi size bırakıyorum.



23 Temmuz 2013 Salı

Şapka

Bir süredir yarı resmi bir kafa tatili yapar gibiyim sevgili okuyucu; işime gücüme devam etmekle birlikte, Haziran ayının sarsıcılığından mıdır, yoksa şimdilerde bir uyaran bombardımanı altında yaşadığımızdan mıdır artık nedendir bilemiyorum, kafamda -serbest çağrışım- bir tuhaflık, belki de bir yaz sersemliği eşliğinde, hayırdır inşallah dedirtecek şekilde almış başımı gider haldeyim. İşte, bu saçma sapan yaz günlerinin telaşında, ancak kısık gözle güç bela katlanılan gün ışığının kamaşmasında, sanrılı uykuların (muhakkak ki 'Bugün günlerden ne?' kimi zaman da 'Ben kimim?' diye uyanılır) arasında normalde atlamayacağım bir haberi atlamışım, dolayısıyla hadiseye yeni vakıf oldum, belki sizler takip etmişsinizdir: Robert Galbraith adı bir şeyler çağrıştırdı mı?

Bendeniz, mecazi olarak uyurken ya da başka şeyleri takip ederken, J. K. Rowling, Robert Galbraith mahlasıyla The Cuckoo's Calling adlı bir kitap yayımlamış ve ortalık epey, evet epey karışmış. Kitabın tanıtım yazısının son satırını alalım: "Zenginleri ve ünlüleri tanıdığınızı düşünebilirsiniz ama onları hiç böyle bir soruşturma esnasında görmediniz." Doyamadım, daha fazlasını istiyorum diyenler için baştan başlıyorum: "Afganistan'da bir mayın yüzünden bir bacağını kaybeden Cormoran Strike, özel dedektif olarak kıt kanaat geçinmektedir. Bir tek müşterisi kalmıştır ve borçluları peşindedir. Aynı zamanda uzun süredir birlikte olduğu kız arkadaşından ayrılmıştır ve artık ofisinde yatıp kalkmaktadır. Sonra John Bristow girer kapısından içeri, muhteşem bir öykü ile: Kız kardeşi, efsanevi süpermodel Lula Landry -arkadaşları onu Cuckoo diye tanımaktadır- birkaç ay öncesinde hayata veda etmiştir. Polis bir intihar vakası olduğunda karar kılmıştır, ancak John buna inanmayı reddeder. Bu vaka Strike'ı multimilyoner güzellerin, rock-yıldızı erkek arkadaşların ve ümitsiz tasarımcıların dünyasına çeker ve onu hazzın, cazibenin, baştan çıkartmanın ve hezeyanın bilinen tüm çeşitleriyle yüz yüze getirir. Dedektifleri tanıdığınızı sanabilirsiniz ama Strike gibisiyle hiç tanışmadınız. Zenginleri ve ünlüleri tanıdığınızı düşünebilirsiniz ama onları hiç böyle bir soruşturma esnasında görmediniz."

464 sayfalık kitap, tanıtım yazısına bakılırsa, zannımca pek parlak görünmüyor, ama okumadığımız kitabı yargılamayalım elbette... Rowling, mahlasla yazmanın kendisini özgürleştirdiğini belirtmiş ve her ne kadar devlet sırrı(!) gibi saklansa da, Galbraith'in gerçek kimliği ifşa olunca satışlar tavan yapmış: Öyle ki, 1500 adet satmış olan kitabın performansı, Galbraith'in Rowling olduğu "kazara" açık edilince, salt Amazon kanalında yüzde yüz elli bin yükselmiş. İkinci bir "Galbraith" romanının yolda olduğu söyleniyor, burada ise, yaz zamanı kafa dağınıklığı içerisinde algıma takla attıracak biçimde imzalı (Galbraith tarafından imzalı) bir nüshası satılıyor. Satış fiyatı: 6.214,43 Amerikan doları.

Rowling'in kendi öyküsü, zenginlerin ve süpermodellerin skandallarla dolu dünyasından daha ilginç: Son yılların en büyük fenomenlerinden biri olan, zamanında her birini şahsen müthiş merakla beklediğim ve büyük zevk alarak okuduğum Harry Potter'ın yaratıcısının, Boş Koltuk ile bir nebze sarsılan itibarını şapkasından Robert Galbraith isimli bir mahlas ve konuya uygun (emekli asker, iki çocuk babası ve gizli ajan olduğu, Galbraith isminin gerçek ismi olmadığı yazar özgeçmişinde yer alan veriler) bir kurgu-kimlik çıkararak 'kazanmaya' çalışması, bir satış operasyonu olduğu besbelli olan çarkın döngüsünde 'kazara' kimliği ifşa edilince de 'mahlasla yazınca çok özgür hissettim' demesi, kanımca pek şık bir davranış değil; ama ne yapalım, yazar öyle uygun görmüş, bize ise bu noktada ancak ahkam kesmek ya da bilemedin imzalı nüshalardaki imzaların nasıl tasarlandığını düşünmek kalıyor. Gerçi bunları düşünmeden bir kenara itmek de mümkün, zaten hava sıcak, ışık parlak, zihin epey oynak... O değil de, Rowling'in kitap karakterlerine verdiği isimler (Lula Landry, Cormoran Strike) başlı başına birer 'şaka' sayılmaz mı? 

Peki şu anda, Wikipedia sayfasına bakılırsa (Wikipedia deyince şu kısmı alıntılamazsam olmaz: "İsmini "J. K. Rowling" olarak kullanmasının sebebi, ilk kitabın yayımcısı Bloomsbury'in korkusudur. Blommsbury; genç erkeklerin, kitabın yazarının kadın olduğunu öğrendiklerinde, kitabı okumamak istemesinler diye ismini erkek ismine benzetmek için "J. K. Rowling" şeklinde kullandı. Küçükken herkes onu "Jo" diye çağırırdı sadece birisi ona çok kızgınken "Joanne" derdi." Kim o birisi?) İngiltere'nin En Zengin Kadını (kraliçe değil miydi?) olan Rowling, sonrası için neler tasarlıyor olabilir? O şapkanın içinden daha ne çıkacak düşünmek istemiyorum sevgili okuyucu. 

Zaten düşünemiyorum.




22 Temmuz 2013 Pazartesi

Kalan



(...)
yüzlerce arkadaştan
toplantıdan ve sarhoşluktan
sevgiliden, hırlaşmadan
filmlerden, kitaplardan
resim ve alkollerden

arta kalarak burada bu evrende yeni insanlara karşı savunmasız,,, sadece düşünceyle varolarak...

(Karanlığın Günü, Leyla Erbil. İş Bankası Kültür Yayınları. Temmuz, Leyla Erbil'i götürdü. (Kaç nokta gerek burada duraksamaya?) Erbil'in kitapları için yayınevi bağlantısı buradaTezer Özlü'den Leyla Erbil'e Mektuplar ise burada (Göründüğü kadarıyla baskısı tükenmiş, ancak e-kitap formatında mevcut...) Koltukname, Tomris Uyar'ın Kitapla Direniş'inden "Leyla Erbil Öykücülüğü Üstüne"ye yer vermiş, Uyar'ın sorusuna, yazının başlığına dikkat: "Hadi ülkemizde özgürlük yasak da özgünlük de mi yasak?" Ne demeli? Belki şöyle demeli:

bu merhametsiz kentin insanlarıyız ve yakında çok yakında zalim zamanın bir hiçi kadar yakında biz de aşağıya gideceğimizi bilerek şimdilik dolaşıp durmaktayız toprağın üzerinde*

* Kalan, Leyla Erbil. İş Bankası Kültür Yayınları.)

19 Temmuz 2013 Cuma

N-n-n

İnsanın, sadece kendi ruhunda da olsa, bir cennet köşesi yaratmak için imkanı vardır, kulağa ne denli çılgınca gelirse gelsin.*

Başkalarının okuduğu kitaplar sizi cezbeder mi bilemem, ama blog yazarınız, bir toplu taşıma aracında bir başkasının okuduğu kitabın adını görebilmek uğruna nice boyun fıtığına meydan okumuş bir bünyedir. Notlarımız, öyleyse, David Foster Wallace'ın kütüphanesinde yer alan kitaplar ile başlasın: buyrun. Wallace'ın sayfaların kenarına bolca not düşen, kitabıyla neredeyse "diyalog" kuran türden bir okuyucu olduğunu belirtmek gerek... Wallace'ın kütüphanesinde yer alan ve Türkçe olarak yayımlanmış kitaplardan kısa bir liste göreyim derseniz buyrun, el emeği göz nuru, yaz mevsiminde bilhassa güzel gidecek birtakım kitap önerileri: Huckleberry Finn'in Serüvenleri, Amerika, Göz, Beyaz Gürültü, Şaka, Barbarları Beklerken, Tavşan Kaç, Günü Yaşa, Sinema Müdavimi, Muhteşem Gatsby, Budala, Narnia Günlükleri: Aslan, Cadı ve Dolap, Fenomenoloji Üzerine Beş Ders, Hayallerin Peşinde, Kapanda Üç Kaplan... Her liste gibi eksik, ancak Huck Finn ile Stephen King'in Carry'sini (Göz,) Kapanda Üç Kaplan ile Narnia Günlükleri'ni, Bellow'un Günü Yaşa hüznüyle DeLillo'nun Beyaz Gürültü ironisini yan yana getirdiği için büyüleyici nitelikte.

Vatan Kitap'tan bir Henry Miller yazısı, Clichy'de Sessiz Günler ve cinsellik üzerine: "Seks, yaşamın dokuz sebebinden biridir. Diğer sekizi de zaten önemli değildir."

Anish Kapoor, Eylül'de İstanbul'da!

Kitap satış sitesi Amazon, saldırısını sürdürüyor: Amazon, çizgi romanlara el atmış şimdi de... Sırada ne var?

Direnenler için gelsin: Diren Sözlük!

Samuel Beckett'in ilk romanı Murphy'nin manüskripti, 1,5 milyon dolara alıcı buldu. Beckett'in Türkçedeki diğer kitapları burada.

Notları, Glastonbury 2013'ten alt-j ile bitirelim: Breezeblocks.

İyi Tatiller!

(* Stand Still Like the Hummingbird için Önsöz, Henry Miller.)

18 Temmuz 2013 Perşembe

Dans!



Lanetliyizdir belki de, hiçbirimiz için umut olmayabilir, öyle olsa bile kan dondurucu, acılı bir çığlık atalım hiç değilse; bir karşı koyma, bir savaş çığlığı. Ağıtların canı cehenneme! Mersiyelerin, ayinlerin canı cehenneme! Biyografilerin, tarihçelerin, kütüphanelerin ve müzelerin canı cehenneme! Ölüler yesin ölüleri. Biz, yaşayanlar, kraterin kenarında dans edelim; ölümden önce son dansımız. 

Ama dans!

(Henry Miller, Yengeç Dönencesi. Çeviri: Avi Pardo. Fotoğrafta ön sırada soldan ikinci Dali, sağdan ikinci Max Ernst; Ernst, bakışlarıyla, bütünüyle kuşkuda. Kaynak: ineedartandcoffee.)

16 Temmuz 2013 Salı

Suç


(...) ne denli berbat durumda olduğumu düşünüyorum - İçkici olmamdan dolayı değil "yeryüzünde yaşam" denilen bu ortamı benimle birlikte paylaşan diğerlerinin hiç suçlu hissetmemelerinden dolayı suçlu hissediyorum - Ahlaksız yargıçlar sabahleyin tıraş olup iğrenç umursamazlıklarına doğru giderlerken gülümsemekteler, saygıdeğer generaller askerlere telefonla gidip ölmelerini ya da gebermelerini buyurmaktalar, yankesiciler hücrelerinde başlarını eğerek "Ben hayatta hiç kimseyi incitmiş değilim" "Benim hakkında söylenecek tek söz budur, evvet efendim" diyorlar... Kocasuratlı, mendebur, canavar herifler sırf gömlekleri temiz diye "Ödediğiniz vergiler benim elimde isabetli olarak harcanacaktır" "Benim ne kadar değerli olduğumu ve bana ne kadar ihtiyacınız olduğunu takdir etmelisiniz, ben olmasaydım ne yapardınız, başı boş gezer dururdunuz, öyle değil mi?" safsatalarıyla Valilik peşinde koşuyor, başkalarının yaşamlarını kendi çıkarları için sömürüyorlar... 
İnsan soyuna mensup olmaktan suçluluk duymaktayım.

(Jack Kerouac, Big Sur. Çeviri: Nevzat Erkmen. Bazı albümler vardır, baştan sona dinlemeyip tek bir şarkısına kulak verdiğinizde bir tuhaf olursunuz, sanki parçaların toplamının oluşturduğu bütün, parçalara ayrıldı mı saçmalaşmaya başlar (The Beatles'ın Abbey Road'unu baştan sona, sonra da rastgele içinden şarkılar seçerek dinleyin, umarım anlatmaya çalıştığım şey o zaman daha net anlaşılır) - Big Sur'ün de benzeşik bir niteliği var, alıntı yapmak, bu upuzun sayıklama/anektod/seyahatname metninden bir pasaj almak garip oluyor. Okurlarımızdan Böcek Yiyen Peygamber'e teşekkür ederiz bu arada, yukarıdaki pasajı onun Facebook sayfası sayesinde anımsadık yeniden. Görselde, Fred Mc Darrah'nın objektifinden Kerouac, sene 1958, kalabalığın içinde yalnız ve yılgın halde... Ve birileri bir yerlerde, sabahleyin tıraş olup iğrenç bir umursamazlığa doğru gitmekte.)

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Okyanus

Geçen hafta Bayan Jean Brodie'nin Baharı temalı bir YGS sorusundan bahsettik, seçenekleri paylaştık, sizlerden de bir egzersiz niyetine, kendi cevaplarınızı paylaşmanızı istedik. Katılan, katılmayan, nihayetinde şıklar üzerinden kafa yoran herkese teşekkür ederiz ("Doğru" şık, D idi bu arada. Kime göre, neye göre derseniz, YGS formatına göre.)

İşte, haftaya başlarken, bir başka YGS başyapıtı, bu defa çekiliş yok, daha çok ibretlik bir paylaşım niteliğinde:

S) Okumayı; televizyon izlemek, futbol oynamak gibi boş zamanları dolduran eğlendirici bir iş olarak değerlendirenlere söyleyecek sözüm yok. Onlarınki okuma değil, oyalanmadır. Modaya uymak için
raflarına çok satan kitapları dizenlerin yaptığı da aynı şeydir. Oysa her kitap bir okyanustur. Ben
okyanusun kıyısında gezinti yapmak yerine küçük teknesiyle dalgalar arasında boğuşan gerçek
okuyucunun peşindeyim.

Böyle diyen bir yazardan aşağıdakilerden hangisini söylemesi beklenmez?

A) Romanın, öykünün, denemenin labirentlerinde dolaşmayan okuyucu, sanatçının dünyasını tanıyamaz.
B) Yazar, eseriyle okuyucusunu düşüncenin derinliklerine taşımaya çalışır.
C) Okurken yorulmayı göze alan okuyucu olmak gerekir.
D) Birikimli okur, yazarın söylediklerinden, söylemediklerini çıkarmaya çalışmalıdır.
E) Her edebiyat eseri, açık ve anlaşılır olmalı ki okuyucu, yönünü bulabilsin.

Her kitap bir okyanustur, bir penceredir, bir tekerlektir, bir uzay gemisidir, sihirli bir halıdır... Okumak yücedir, okumak yüceltir, okumak şöyledir, okumak, böyledir; okumak, asla ama asla eğlenceli, keyifli, neşeli bir faaliyet değildir... Her duruma dair totaliter ve indirgemeci bir yaklaşım bulunur, itinayla dayatılır, soru haline getirilir, şıklar yargılarla ("birikimli" (!) okur mesela) donatılır, içlerine beylik benzetmeler serpiştirilir, "doğru" yanıtı bulmanın zorlaşması için seçenekleri bulandıracak, tartışmalı bir şık daha eklenir. Buyrun, sınav!

Sorular/yanıtlar bahane, çıkarımlarını, hayat algılarını ve neyin ne olduğunu başkalarına dayatma meraklılarından (ve onların saçmalıklarından) uzak, özgür ve özgürlükçü günler dilerim sizlere... "Okurken yorulmayı göze alan" bir okuyucu olarak, labirentlere, okyanuslara, teknelere, acılarla boğuşmaya falan gitmem gerek şimdi sanırım... ama durun, bu galiba, çok da iyi işlememiş bir edebiyat uyarlamasıydı ve adı da Pi'nin Yaşamı'ydı; e, öyleyse? Soru neydi?

Cuma günü kaldığım notayla devam etmeyi borç bilirim kendime: Hadi geçmiş olsun.









12 Temmuz 2013 Cuma

N-n-n


Haftanın notları, İstanbul'dan bir başka istilacı uzaylı ile başlıyor. Yer: Balkon Çıkmazı, Galata. Aşağıda bir görsel daha var, sabahın erken saatlerinde gittim, buldum, çektim. Fotoğraf bahane, maksat gündem sayesinde ister istemez bunalan ruh için yeni bir pencere açmak olsun.

Hazır sokak demişken: Penguin'den sokak sanatı serisi. Joshua Ferris'in Ve İşimiz Bitti'si de aralarında.

Edward Gorey'nin tuhaf ve büyüleyici işlerinden daha evvel bahsetmiştim sanıyorum... Brain Pickings'de Gorey'nin 1953-1960 yılları arasında Doubleday için tasarlardığı kitap kapaklarına rastladım, işte burada.

Bant'ın yeni sayısı şahane. Kaçıranlar için bağlantı burada.

Kitaplar ucuz mu, pahalı mı? Bu tartışmanın sonu yok, sevgili blog okuru. George Orwell'in Kitaplar ve Sigaralar'ından yola çıkarak başlayan tartışmaya bir geçit verelim.

Rivayet o ki, Charlie Kaufman ve Guillermo del Toro ikilisi, Vonnegut'un Mezbaha No. 5'ini beyazperdeye uyarlama süreci içindeymiş... 'Her şeyin güzel olacağı ve hiç acıtmayacağı' kanaatindeyim.

Uzaylıların istilası ile başlayan notları Mezbaha No. 5'ten, ağaçları farklı gözle görenlere dair bir alıntıyla kapatalım:

Sırası gelmişken, Trout'un bir para ağacıyla ilgili bir kitap yazmış olduğunu da belirtmek gerekir. Ağacın yapraklarının yerinde yirmi dolarlık banknotlar vardı. Çiçekleri devlet tahvili, meyveleri de elmastı. Ağacın kendine çektiği insanlar, kökleri çevresinde birbirlerini öldürüyor ve pek de güzel gübreye dönüşüyorlardı.

Hadi geçmiş olsun.  

(Kurt Vonnegut, Mezbaha No. 5. Çeviren: Barlas Çevikus, Dost Kitabevi Yayınları. Hadi geçmiş olsun diyorum, başka bir şey demiyorum.)







11 Temmuz 2013 Perşembe

Çekiliş


Bayan Jean Brodie'nin Baharı, çekiliş sonucunda yukarıda mavi ile vurgulanmış okurların oldu. info@sirenyayinlari.com'a adres bilgilerinizi gönderin, kitabınızı yollayalım.

Katılım için teşekkür ederiz!

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Uzaylı


(Saraçhane, Bozdoğan Kemeri üzerinde bir uzaylı, İstanbul'u gözetliyor. Şehrin sürprizleri, şansımıza, tükenmek bilmiyor. Bu küçük uzaylılar başka nereleri istila etmiş, merak ederseniz buyrun. Dünkü soruyu hatırlatalım bu arada yeniden; yorumlarınızı gün boyunca bekliyoruz.)

9 Temmuz 2013 Salı

Soru



Tesadüfen, daha doğrusu bir arkadaşımızın sayesinde haberimiz oldu: Bu yıl, 24 Mart tarihinde yapılan YGS'de, Bayan Jean Brodie'nin Baharı ile ilgili bir soru yer almış, soru aynen şöyle:

S. Bayan Jean Brodie’nin Baharı adlı romanın kahramanı Bayan Brodie, İskoçya’nın ıslak, puslu, eski ve soylu şehri Edinburg’ta bir kız okulunda öğretmendir. En güzel ve en verimli yıllarını, seçtiği bir grup kız öğrenciye adayarak onları hem dönemin hem de okuldaki diğer öğretmenlerin anlayışından farklı bir pedagojik anlayışla eğitmeye çalışmaktadır. Sınıfını sık sık bir ağacın altına götüren, burada ders işlediklerinin düşünülmesini sağlayacak şekilde kızların kitaplarını ellerinde tutmalarını isteyen, tarih anlatması gerekirken önceki yaz yaptığı Mısır gezisini anlatan, bazen nişanlısından bahseden, bazen de kentin yoksul semtlerini tanıtan, sanatsal etkinlikleri izlemelerini sağlayan geziler düzenleyen genç bir öğretmendir Bayan Brodie.

Bu parçaya göre aşağıdakilerden hangisi, sözü edilen öğretmenin bir özelliği olamaz?

A) Eğitimde kendine özgü yöntemler kullanan
B) Yaşamdaki kimi olguların anlatılarak değil görülüp yaşanarak öğrenileceğini düşünen
C) Yaşam gerçeklerinin farkında olan
D) Kendi yaşadığı olumsuzluklardan öğrencilerin ders çıkarmasını bekleyen
E) Öğretimin farklı ortamlarda sürdürülmesi gerektiğini düşünen

Göründüğü kadarıyla pasaj, Kitap Zamanı'nda Ali Demirhisar imzasıyla yayımlanmış bir tanıtım yazısından alınma. İtiraf etmem gerekiyor ki beş şıka indirgenmiş yanıtlar üzerinden doğru ve yanlışları seçmem gereken günler geride kaldığından 'doğru' cevabı bulmam biraz vakit aldı (şıp diye seçmedim şıkı, onu diyorum) - "Yaşam gerçeklerinin farkında olan" beyanının muğlaklığına ise hiç değinmeyeyim... Neyse, bu vesileyle bir egzersiz yapalım: Sizler sorunun cevabını, şıklara bağlı kalmaksızın, pasajdan yola çıkarak yorum kutusuna bırakın, biz de -doğru veya yanlış irdelemesine girmeden- tüm katılımcılar arasında küçük bir çekiliş gerçekleştirip üç takipçimize kitabı hediye edelim. Unutmayın, burası bir sınama mecrası değil; maksat diyalog olsun, ama yanıtlarınızın yine de soru ile, pasaj ile bir bağlantısı bulunsun. Bugün ve yarın boyunca yanıtlarınızı, savlarınızı, iddialarınızı,  öğretmen/öğrenci anekdotlarınızı, sınav isyanı temalı serzenişlerinizi, yani bu bağlamda tüm paylaşımlarınızı bekliyoruz.

Hadi!





8 Temmuz 2013 Pazartesi

Büyü


(Stencil, Asmalımescit civarı. "Sokaklar Bizimdir, Hesap Sorulmaz, On İkiden Sonra Büyü Bozulmaz." Balkabağı aşkına!)

5 Temmuz 2013 Cuma

N-n-n

Gezi'yle şiir dayanışması: Solidarity Park Poetry. 

Miranda July'dan yeni proje: We Think Alone. Gündelik hayatın tozu ve pası ile iştigal etmekten hoşlanan July, yine sıradanın şiirselliğinin peşinde gibi. July, bu proje kapsamında derlediği (birileri tarafından yazılmış, yollanmış, gönderilmiş mesajlar kutusunda yaşlanmış) e-postaları projeye kaydolanların adresine gönderiyor, okuyana da biraz röntgencilik, biraz merak biraz da şaşkınlık karışımı bir duygu içinde ekrana bakmak düşüyor. İlk toplu mesajın teması para idi ve ilk gönderimde Lena Dunham, Etgar Keret ve daha nicelerinin para konulu e-postaları bir araya gelmişti. Yirmi haftayı kapsayan proje, July'ın pek çok diğer işi gibi: ya sevecek ya da nefret edeceksiniz.

Pazar günü İstanbul'da olanların ilgisini çekebilir: Arslan Kaynardağ'ın kitap ağırlıklı koleksiyonu, 7 Temmuz'da müzayedeye çıkıyor.  Özellikle nadir ve imzalı kitaplara dikkat diyorum. Liste burada. 

... bu sabah işte öylesine dağınık haldeydim; alnımdan başka bir yerimin varlığını hissetmiyor, şimdiki durumumu yarı buçuk katlanılır bir durumun çok uzağında görüyordum. Bir ara, ölmeye dünden hazır, elimde dosyalar, koridorun taş döşemesi üzerinde kıvrılıp yatmayı diledim. *

Geçtiğimiz hafta Franz Kafka'nın doğumgünüydü, Google'ın kutlama mesajını görmüşsünüzdür. Burada Peter Mendelsund'un Kafka kapaklarından yola çıkan bir animasyon var, Mendelsund'un diğer kapaklarını ise burada inceleyebilirsiniz. Yukarıdaki (*) alıntı Kafkaesk Anorexia'dan; kitabın bilgileri için buraya

Notları kitap temalı bir dünya rekoru videosuyla kapatalım ve uyaralım: İzlerken başınız dönüyor!

İyi tatiller.



4 Temmuz 2013 Perşembe

Olanak


(...)
Kafka, boynu bükük gülümsedi.
"Güç gelen ve insanı yıpratan bu zaten! Yaşamda bir sürü olanak var, ama hepsinde  de insanın kendi varlığının o kaçınılmaz olanaksızlığı yansıyor."
Derken konuşması kramp tarzında kuru bir öksürükle kesildi, ama çarçabuk öksürüğün üstesinden geldi Kafka. 
Gülümseyerek birbirimize baktık.
"Gördünüz mü," dedim ben, "her şey düzelecek yine."
"Düzeldi bile," diye karşılık verdi Kafka, hafif bir sesle. "Her şeye evet demiş bulunuyorum. Böylece acı büyüye dönüşüyor; ölüm ise - ölüm tatlı yaşamın yalnızca bir parçasıdır, o kadar."

(Gustav Janouch, Kafka ile Söyleşiler. Çeviri: Kamuran Şipal, Cem Yayınevi. Görsel, Upper Playground'dan. )


3 Temmuz 2013 Çarşamba

Uğultu



Gazeteler gündeliğin dışında her şeyden bahsediyor. Gazeteler beni sıkıyor, bana hiçbir şey öğretmiyor: anlattıkları beni ilgilendirmiyor, ne beni sorguluyor ne de sorduğum sorulara ya da sormak istediklerime yanıt veriyor.

Gerçekten olup bitenler, yaşadıklarımız, ötesi, bütün geri kalan nerede? Her gün olup biteni ve her gün yineleneni, basmakalıbı, gündeliği, besbelliyi, ortaklaşa olanı, sıradanı, olağan-içini, arka plandaki uğultuyu nasıl açıklayacağız, onu nasıl sorgulayacak, tarif edeceğiz? 

(Georges Perec, Olağan-içi: Gündelik Hayatın Envanteri. Çeviri: Zeynep Bengü, Everest Yayınları. Görselde, Albert Schäfer'e ait bir iş: Le Monde - Dünya.)

2 Temmuz 2013 Salı

Gerçek?


Örneğin: Dört asker bir patikada ilerlemektedir. Onlara doğru bir el bombası atılır. İçlerinden biri bombanın üzerine atlar, fakat bomba çok güçlüdür ve herkes ölür. Fakat içlerinden biri ölmeden önce, "Ne bok yemeye yaptın ki bunu?" diye sorar ve bombanın üzerine atlayan, "Hayatımın hikayesi, birader," diye karşılık verir. Diğeri gülümsemeye başlar fakat ölmüştür.

Bu, hiç yaşanmamış gerçek bir hikaye.

(...)

Çok kez gerçek bir savaş hikayesine inanamazsınız. İnanıyorsanız, kuşkuyla yaklaşın. Güvenilirlik meselesidir. Genellikle çılgınca gelen şeyler gerçek, normal gelen şeyler gerçek değildir; çünkü normal şeyler gerçekten inanılmaz çılgınlıktaki şeylere inanmanızı sağlamak için gereklidir.

Bazen, gerçek bir savaş hikayesini anlatamazsın. 
Bazen, anlatılamaz.

(Tim O'Brien, Taşıdıkları Şeyler. Çeviri: Avi Pardo. O'Brien, geçtiğimiz hafta, savaşın dehşetini ve savaşı anlatmanın imkânsızlığına odaklanan eserleri ile Pritzker Askeri Kütüphanesi Ödülü'ne layık görüldü. O'Brien, bu ödüle layık görülen ilk kurmaca yazarı... Pritzker Ödülü, ABD'nin askeri geçmişine yönelik çalışmalar yürüten bir vakfın sponsorluğunda veriliyor ve ödülün meblağı emsallerine kıyasla oldukça büyük (yüz bin dolar); anlayacağınız bu, savaş karşıtı bir yazara, savaş karşıtı metinleri için verilen askeri bir ödül... Dünya tuhaf yer vesselam. Görsel: War Boutique'e ait.)