31 Ekim 2013 Perşembe

Yeni!



Etgar Keret'in son kitabı Yedi Güzel Yıl, tüm dünyadan önce Türkçede! (Kesin bilgi.)

Haftasonu Tüyap'a gelin ya da en yakın kitapçınıza uğrayıverin.

Keret icraatları için bizi izlemeye devam edin.

30 Ekim 2013 Çarşamba

Şahit!



S: Öyküleriniz için okumalar düzenlenmesi hoşunuza gidiyor mu?

Etgar Keret: Okuru hep merak eder insan. Öyküyü anlıyor mu yoksa anlamıyor mu? Bir yazar olarak buna cevap bulmak her zaman mümkün olmaz; film söz konusu olsa gösterime gider ve insanların ağlayıp güldüğünü ya da korktuğunu görebilirsiniz, ama iş kitaplara geldiğinde okunduklarına şahit olmazsınız. Okumalar, tam da bu yüzden, şahane deneyimlerdir.

(Etgar Keret, Heeba söyleşisi. Görselde Banksy'nin New York duvarlarında süzülen yaralı balonu, şimdiden Banksy klasiklerinden biri... Keret için yarını bekleyin!)





29 Ekim 2013 Salı

Yakın!



... Beni kendilerine yakın buluyorlar her şeyden önce. Birilerinin kafede gelip yanıma oturmadığı, telefon açmadığı ya da e-posta atmadığı bir günüm olmuyor. Her zaman rahat olduğu söylenemez ama böyle olacağı da belliydi. Yazdığın zaman kişiliğinden bir şeyler koyuyorsun ortaya ya da bir persona yaratıyorsun ve bana kalırsa benim yazdıklarım gerçek hayatta olduğum kişiye çok yakın; kolay anlaşılan şeyler yazıyorum ve kolayca yaklaşılabilecek biri olduğum izlenimini veriyorum. Ki bu çoğu zaman oldukça keyifli ama zor da olabiliyor çünkü yazdıklarımı okudukça bana yakınlaştıklarını hissedenler bunun simetrik bir ilişki olmadığını, benim onlar hakkında bir şey bilmediğimi unutuyor. 

İmzamı istemek yerine kız arkadaşları konusunda tavsiye istiyorlar benden.

(Daily Beast, Etgar Keret'e okurlarının gözünde nasıl biri olduğunu soruyor... Keret ile ilgili bir sürprizimiz var, perşembeyi bekleyin!)

28 Ekim 2013 Pazartesi

Değer

Haftaya bir müzayede haberi ile başlayalım: Louis Ferdinand Celine'in Gecenin Sonuna Yolculuk adlı eserinin ilk baskısına ait bir nüsha, geçenlerde 165 bin Euro'ya alıcı buldu.

Gecenin Sonuna Yolculuk'un elyazması orijinal versiyonu, on yıl kadar önce 1 milyon Pound'a satılmıştı.

Müzayedeler bir yana, bir kitabın gerçek 'değerini' saptamak, olası değil, zannetmiyorum. Bu hususa dair bir başka kitap üzerinden yapılan tartışmaya bağlantı vermeyi görev bilirim: Kitabınızdan bi rnefes çekebilir miyim?

Altta Celine, bizi bir yerlere buyur ediyor.




25 Ekim 2013 Cuma

N-n-n

Notlar birikmiş.

Bu hafta değinmiştim; bu aralar yer gök Banksy... Tam yeter diyorsunuz enteresan bir şeyler oluyor. Sahte ibaresiyle satılan Banksy çakmalarının satışları, 'gerçek' Banksy'leri sollamış mesela; Baudrillard, neredesin? Bir de buradan yakın: Banksy'nin Bronx'ta bir bina duvarına graffitti yapmasının ardından, binanın sahibi duvarı pleksiglas ile koruma altına almış ve işi bekleyecek bir bekçi tutmuş. Valla Banksy'nin işleri mi, onları sarmalayan acayiplikler mi daha ilginç, karar sizin.

Sokak sanatı demişken: Brezilyalı graffiti sanatçısı Herbert Baglione, İtalya'da terk edilmiş bir akıl hastanesinin içinde hünerlerini sergiliyor. Burada da New Jersey'de terk edilmiş bir akıl hastanesinin görselleri mevcut; bunların üzerine bir Kliniğin Doğuşu bağlantısı vermek farz...  Dangerous Minds'dan 19.yüzyılda akıl hastanesine yatırılma gerekçeleri listesi (batıl inanç, hırs, keder, savaş sırasında attan düşme) ile bu bahsi kapatalım.

Yayıncılığın kısa tarihi.

Haruki Murakami'den yeni öykü: Samsa in Love. 

Picasso'nun Lysistrata illüstrasyonları. 

Morrissey'nin Penguin Klasikleri serisinde yer almak suretiyle yayımlanan otobiyografisi, İngiltere'de listeleri kasıp kavuruyor... Bunun şerefine, Morrissey ile bitirelim; bu zevk ve ayrıcalık bize ait olsun.

İyi tatiller!




23 Ekim 2013 Çarşamba

Kurallar


"Hayat, tabii ki bir oyundur, evladım. Hayat, kurallara göre oynanması gereken bir oyundur."

(J. D. Salinger, Çavdar Tarlasında Çocuklar. Çeviren: Coşkun Yerli; YKY. Görselde Salinger'ın posta kutusu; ufukta yayımlanacağı duyurulan beş yeni eser ve vizyonda Salinger konulu nice film var. Mahremiyetin sonu.)

22 Ekim 2013 Salı

Tamirat


Bugün öğrendiğim kadarıyla hafta sonundan itibaren saatleri geri almak suretiyle ışık tasarrufuna geçecekmişiz, sevgili blog okuru. Neden bu denli sarsıldım bilemiyorum ama ışığa veda etmeye hazır değilim, saatleri ayarlayanlara teessüflerimi bildiririm.

Her neyse, ara zamanlara, liminal durumlara tahammül eşiğim, sürmesi gerekenden çok daha uzun sürmüş bir tatilin sonrasında epeyce düşük, idare ediverin. Duyduğum her şeye, aldığım her habere sinir olmak suretiyle içinde bulunduğum illet ruh halinin (ışığı geri verin!) sınırlarını genişletmek üzereydim ki yukarıda paylaştığım Banksy işine rastladım (ki belirtmeliyim; Banksy'nin New York icraatları da, diğer pek çok şey gibi fena halde içimi sıkar haldeydi, ancak sorun -muhtemelen- görünürlüğünü birden artıran Banksy'de değil, bendenizdeydi.) İç sıkıntısı, daral, huzursuzluk vs. diye adlandırılabilecek bu feci ruh halinden çıkmamı ise, Banksy'nin Williamsburg'deki işlerinden birinin üzerine sprey kutusuyla saldırıp 'tahrip' eden bir başka sokak sanatçısının başına gelenleri esefle izlemem sebep oldu. Ne alaka derseniz bilemiyorum sevgili okur, zira insan çoğu zaman neyin neden olduğunu bildiğini sanıyor ya, aslında neyi ne kadar biliyor tartışılır. (Epistemolojiye dalma niyetinde değilim, korkmayın.)

Velhasıl dünya tuhaf bir yer ve ruh halleri hep geçici; sözü bu kadar gevelemem ondan.

Aşağıda Banksy'nin graffitisine zarar veren şahsın başına gelenlerin ibretlik fotoğrafı, habere dair bağlantı ise burada. Banksy'nin sinir uçlarınızı bir bir yerinden uğratma garantili koyunlu hadisesini ise buradan izleyebilirsiniz. Bonus olarak da Banksy hakkında bir Elif Key yazısı ekleyelim, tam olsun. 

Sağlıcakla kalın, kalmaya çalışın.




21 Ekim 2013 Pazartesi

Kandırmaca



"(...) Kandırma tekniği hiçbir şekilde avcının tekelinde değildir. Potansiyel av da bu gücü kullanabilir ve avlanan hayvanı yanıltabilir. Zararsız bir kelebek olan Automeris İo korkuluk rolüne soyunur. Her kelebek gibi iki çift kanadı olan Automeris İo kanatlarını oynatarak üzerinde sizi dikkatle gözleyen iki iri göze benzeyen koyu benekler bulunan arka kanatlarını sergileyebilir. Kelebek o zaman bir kukumav ya da baykuş başının tedirgin edici görüntüsünü kazanır, bu da çarpıcı ve vazgeçirici bir görüntüdür. Güney Amerika'da yaşayan Thecia'larda kandırmaca daha da çapraşıktır. Bu kelebeklerin arka kanatlarının ucunda yalnızca benekler değil, antenleri andıran uzantılar vardır. Bir kuş bu sahte başa saldıracak olsa, uzantı gagasında kalır ve kelebek bedeninin ufak bir parçasını terk ederek uçup gidebilir."

(Jean François Bouvet; Doğada Maskeli Balo: Göz Boyama, Taklit, Kılık Değiştirme, Aldatma. Çeviren: Ela Güntekin; Kitap Yayınevi. Gündelik Felaket Teorileri'ne kelebekler üzerinden devam... Av mı, avcı mı daha yatkın kandırmacaya? Görselde, Automeris İo.)

16 Ekim 2013 Çarşamba

Sinek




Babam, Ohio’nun Muders’ından Washington’ın Paducah’sına kadar Blake’in -bir ya da iki değil- bütün “Masumiyet ve Tecrübe Şarkıları’nı” ezberlemeye zaman ayırmamı sağlamıştı. Haliyle, hamburgerime konan sineğe içimden, “Değil miyim ben / Senin gibi bir sinek? / Ya da değil misin sen /
Bencileyin bir insan?” demeden bakamazdım ben.

Mavi Kanlılar’la birlikteyken ağdalı R&B şarkılarının sözlerinden başka hiçbir şeyi ezberlememiş, her daim elleri ceplerinde dolaşan ve hep birilerine vurmak üzereymiş gibi görünen bir birinci sınıf öğrencisi haricinde Blake adlı birini hiç duymamışım, sinek gördüğümde sadece şımarık bir kız tepkisinden (Iyy) ötesi aklıma gelmezmiş gibi davranmak kolaydı gerçi. 

Tabii babam bu tavırlarımı bilse “iç kaldırıcı bir konformizm vakası,” hatta belki “Van Meer’lerin yüz karası” bile derdi. (...)

(Gündelik Felaket Teorileri'nin Blue Van Meer'i kendini anlatıyor. Çeviri: Algan Sezgintüredi. Resmin kime ait olduğu bilinmiyor; Hofer Ailesinden Bir Kadının Portresi, 15.yüzyıla ait.)


4 Ekim 2013 Cuma

N-n-n

Elizabeth Wurtzel'in Twitter paylaşımları arasında rastladım: New Yorker'dan bir karikatür: "Sıfır takipçin varken bir şey retweet edersen bu retweet sayılır mı?" Alttaki yorumlardan biri: "Sıfır takipçin varsa var olmuş sayılır mısın?" Ne zaman var olmuş sayılırsın?

Sinemalarda gişe rekorları yakalayan güncel Hollywood filmleri hakkında Woody Allen'ın fikrini almışlar... Yanıt tek kelimelik gelmiş: Vasat. Vasat her yerde; savunma sanatları uzmanlık gerektiriyor.

Woody Allen demişken, Devamlılık Hatası'ndan Blue Jasmine eleştirisi, burada.

İstanbul Modern'de Türkiye Sineması Seçkisi.

5Harfliler'den takdire şayan bir çalışma: James Franco Dili ve Edebiyatı.

Bu hafta kelebeklerden bunca bahsetmişken Nabokov'u anmak gerekir elbette: not defterlerinden eskizler. 

Grooveshark'ta bir Yaz Biter listesi yapmıştık; ne zamandır paylaşacağım... İşte, burada. 

Notları sonlandırırken: "O yazma hissinin verdiği mutluluğu hiçbir şey veremez."

İyi tatiller.


3 Ekim 2013 Perşembe

Eski Alışkanlıklar


(...) Beni Burger King’in arkasında Ağız Dolusu Diş Teli Yüzünden Maymuna Dönmüş Oğlanın terli elini tutarken ya da Tutucu Ebeveyn Ted ile Sue’nun, Erişkinliğe Adım Atışını Erişkinlik Kabakulakmışçasına Engellemek İstediği Namuslu Kızın evinde gece yatısında ve Popüler Gençlerin ya da Moda Takipçilerinin arasında göremezdiniz.

Babamla görürdünüz beni. Boyunca kuş evi biçimli posta kutuları ve meşeler dizili alelade bir sokakta kiraladığımız iki oda bir salon evde olurduk. Üzeri talaşsı peynir rendesi ile kaplı yanık spagetti yer, kitap okur veya sınav kâğıtlarını notlar ya da Gizli Teşkilat  veya Bay Smith Washington’a Gidiyor  türü klasiklerden birini izlerdik ve sonra, bulaşıkları bitirdiğimde, (eğer Burbon Saati gelip çattıysa) yeterince yalvardığım takdirde babam Vito Corleone rolündeki Marlon Brando taklidini yapardı. Hatta kimi zaman iyice aşka gelir, Vito’nun yaşlı buldog ifadesini iyice yansıtabilmek için avurtlarının içine kâğıt peçete doldururdu.

(Babam bana hep Michael muamelesi yapardı):

İlk hamleyi Barzini yapacak. Tamamen güvendiğin biri aracılığıyla bir toplantı ayarlayacak, güvenliğini garanti edecektir. Ve o toplantıda öldürüleceksin… Eski alışkanlıklar bunlar. Hayatımın tamamını dikkatsiz davranmamak için çabalayarak geçirdim ben.

“Dikkatsiz” lafını pişmanlıkla söyler, yere bakardı.

Kadınlarla çocuklar dikkatsiz davranabilir ama erkekler… İyi dinle şimdi.

Kaşlarını kaldırır, gözlerini bana dikerdi.

Barzini toplantısını kim teklif ederse hain odur. Sakın unutma.

Sahnedeki tek repliğim bu noktadaydı.

Grazie, baba.

Babam kafasını sallar ve gözlerini kapardı.


Prego.


(Gündelik Felaket Teorileri, Marisha Pessl. Çeviren: Algan Sezgintüredi. Tüm zamanların en iyi filmlerinden Baba'ya (The Godfather) saygı duruşu eşliğinde... ) 

2 Ekim 2013 Çarşamba

Kelebek


Bildiğiniz üzere, burası şirin hayvan görselleri paylaştığımız bir mecra değil - kitaplarla ilintili, onları sıçrama tahtası yerine koyarak uzanabileceğimiz mevzulara uzanıyoruz sadece. Amazon'a özgü bir kelebek cinsini bir kaplumbağanın gözyaşı bezlerinden salgıladığı sıvı (gözyaşı desem antroposantrizme kaymaktan çekiniyorum, hassasiyet dizboyu) ile beslendiği sırada görmekteyiz yukarda - günlerdir bahsettiğim Gündelik Felaket Teorileri'nde bu mevzunun geçtiği söylenemez ancak kahramanımızın adını Amerika kıtasına özgü bir kelebekten (Cassius blue) alması, bu görselleri paylaşmak için geçerli bir bahane kanımca.

Bu şiirsel hadise sonucunda kelebek sodyum ihtiyacını gidermiş oluyor, kaplumbağanın ise kelebekle haşır neşir olmanın ötesinde ne yaptığını ise bilemiyorum sevgili okuyucu; orasını senin hayal gücüne bırakıyorum. (Öfkeden kuduruyor? Kelebekle iletişim kuruyor? Gözyaşlarını boşa akıtmıyor, doğaya faydalı oluyor? İşte bunlar hep bilimsellikten uzak, hep kurmaca, uydurmaca.)






1 Ekim 2013 Salı

Yer

Yüreği daralan, içi sıkılan ve sığacak yer arayıp da bulamayan insan, kitaplara sığınabilir mi? Yüreği daralan, içi sıkılan ve sığacak yer arayıp da bulamayan insan kitaplara sığınabilir. 

Gündelik Felaket Teorileri, kitaplardan kitaplara atlayan ve kitaplara sığınarak ayakta duran bir kahramanın macerasını konu alıyor. Moby Dick’ten Othello’ya, Cesur Yeni Dünya’dan Guguk Kuşu’na ve Uluma’ya uzanan geri planda raflar birer birer dolarken hayat akışını sürdürüyor ve kahramanımız Blue van Meer’in dünya karşısında yegâne silahı olarak donandığı kitapların pabuçlarını dama atacak komplolar üretiyor. Eh, Blue’nun tek şansı, dünyayı bildiğince okumak; kitaplar sayesinde ve kitaplara dayanarak... Tüm maceralar gibi, bu macera da yaşandıkça yapılanıyor, geliştikçe şaşırtıyor. Kitaplardan yarattığı sarmala asılarak dünyada ayakta kalmayı başaran kahramanımız Blue, kendi macerasını konu alan kitapta, hiçbir yere ulaşmadığını sandığı noktada dönüşümüne noktayı koyuyor. Bizlere de sayfaları çevirmekten fazlası düşmüyor... Kendi maceralarımızı bir kenara koyarak elbette.

Yanılsamalar, inişler ve çıkışlardan ibaret hayatlarımızda türlü savunma geliştiriyor; dünyanın çetrefilli örgüsüne kendi merceklerimizle bakmaktan fazlasını beceremiyoruz aslında. Blue’nun lisede başlayıp Harvard’da sonlanan macerası göndermeler, popüler kültür referansları ve okuma listeleri ile dolu ve bir bitirme sınavı ile sonlanıyor. Verilmesi gereken bir sınavdan ibaret olan hayatta, alınan derslerin toplamından oluşan tecrübelerimizle ilerlediğimiz yollarda, sığınacak kuytular neyse ki tükenmiyor... Ve bizler, ister kitaplara, ister başka güzel şeylere sığınarak yaşayalım, hiçbir şeyin olmadığı yanılsamasına kapıldığımızda bile anın katmanları, ciltler dolusu kitaba ilham verecek senaryolar içeriyor.


Sığınacak yer mi demiştik? Raflarımıza bir göz atalım.