18 Ağustos 2014 Pazartesi

Çığ


Bundan on yıl kadar önce, New York'ta yaşayan bir Bronx sakini, hayatı boyunca biriktirdiği kitap ve dergi yığınlarının altında kaldı. Patrice Moore adındaki adamın, çığ gibi üzerine yıkılan kitapların altında acılar içinde bekleyişi tam iki gün sürecek, adam, kapısını çalıveren ev sahibi tarafından ancak kırk sekiz saat sonra kurtarılabilecekti. 1947 yılında benzer bir hadise gerçekleşmiş, Homer ve Langley Collyer kardeşler de biriktirdikleri (kitap ve türlü diğer nesneden oluşan, 140 ton çeken) yığınların altında ölü olarak bulunmuştu. Ümit Bayazoğlu, Hatırda Kalmaz Satırda Kalır'da, Naki Turan Tekinsav'ın annesiyle yaşamış olduğu evi de, benzer biçimde betimliyordu.

Kütüphaneler de, yer hususunda, kitaplarına yer açmaya çalışanlarla benzer sınırlamalarla karşı karşıya. Geçtiğimiz seneydi; Milli Kütüphane'nin 147 ton kitabının Hurdasan'a gönderildiği ve kilo üzerinden, 15 - 50 kuruşa satıldığı haberi hemen hemen tüm yayın organlarında yer aldı. Habere göre, acilen boşaltılması gereken depolar ve kimsenin ilgilenmediği, 'hurdaya çıkmış' kitaplar söz konusuydu. Kütüphane ya da kültür politikaları bir başka yazının konusu olsun; amacım, onlara değinmek, kütüphanelerin olanaklarını bireylerinkilerle eş tutmak değil elbette. Özgül ağırlığı okurunca, okundukça tayin edilecek ve her okumayla yeniden saptanacak bir nesnenin, kantar üzerinde ortaya koyduğu sayısal veriye indirgenmesi yeterince hazin, ama sormak elzem yine de: Kitap, ne zaman kitap olmayı bırakır da, salt yer kaplayan bir kağıt tomarına dönüşür?

Umberto Eco ve Jean Claude Carriere, Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın'da, tercihlerini her daim geleneksel kitaplardan yana kullanarak kalıcı veri depolama aygıtlarından daha geçicisi yoktur, diyor. Bir kitap, bir rafta muhafaza edilebilir elbette de, neyin kalıp neyin gideceğine, rafa nelerin alınacağına nasıl karar verilebilir? Kütüphane, Borges'in tahayyülündeki gibi bitimsiz olmadığı takdirde, yazılmış ve yazılacak bütün kitaplar, nereye sığdırılabilir?

Geçen haftanın notlarında, Smithsonian Kütüphanesi'nin telifsiz ve artık ilgi görmeyen, eski kitap ve elyazmalarındaki kimi çizimleri hareketli gif'ler haline getirerek bir Tumblr sayfası açtığından bahsetmiştim; gif'leri hazırlayan Richard Naples, gördükleri ilgiye kendilerinin de şaşırdığını, Tumblr'daki paylaşımlarının uzun zamandır el değmemiş kitaplara yönelik ilgiyi epey artırdığını belirtmiş. Basılı kitabın ölümüne yol açacağı iddia edilen dijital ortam, unutuluşa ya da yok oluşa mahkum kitapların kurtarıcısı olabilir mi? Smithsonian gibi muhafazakar bir kurumun girişimi umut verici olsa da, yanıt için henüz erken sayılır; yine de hurdacı kantarından, kağıt öğütücüsünden daha parlak bir seçenek sunulduğu kesin. Makas, kaşık, tekerlek gibi, kitabın da icadından sonra daha iyisinin yapılamayacağını savunan Umberto Eco, geleneksel biçimleriyle kitapların yeni teknolojilerle ölüp gideceği fikrine şiddetle karşı çıkıyor örneğin; kimbilir, Smithsonian örneği ışığında, kitapların teknolojiye rağmen değil, teknolojiyle birlikte, tıpkı bizler gibi yaşayacağını öne sürmek daha doğru belki de.

Alberto Manguel, Geceleyin Kütüphane'de, her kütüphanenin okurunun aynası ve kütüphanelerin, doğaları gereği ayrımcı olduğunu söylüyor. Yer bir yana; dünya üzerindeki zamanımız sınırlıyken okuduğumuz her kitap, okumadığımız bir başkasını bir kenara itiyor haliyle. Yerimiz nasıl sınırlıysa, ömrümüz de bitimli nihayetinde. Kitapların altında kalarak can vermekten daha hazini, onları unutuşa, ebediyen kayboluşa terk etmek olsa gerek... Ya da hurdaya. Yokluğun da yadsınamaz bir ağırlığı var zira, saptanması daha güç olsa da.

Ezici gelebilir.

Görselde, Collyer Kardeşler'in dairesinden bir kare: Yığınlar.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder