22 Ocak 2015 Perşembe

Tıkanma

Yazar, nasıl yazar? Yeni çağın, özetlere ve kısa yollara düşkün kültürümüzün bir tezahürü olsa gerek, siz de rastlamışsınızdır, yazmanın sayısız kuralını listelemeyen, nasıl yazılır başlıklı maddeler kaleme almayan yazar kalmadı neredeyse. Bazısı birer hazine niteliğindeki bu listelerin kimlere, hangi hususta yol gösterdiği tartışmaya açık, fakat yazmanın doğasına dair diyalog mecrasını bir nebze genişlettikleri söylenebilir. W. Somerset Maugham’ın, “Yazmanın üç kuralı var; ne yazık ki kimse ne olduklarını bilmiyor,” beyanatından Hemingway’in, “tek yapmanız gereken, daktilonun başına geçip kan dökmeye başlamak” açıklamasına varana değin yazarların nasıl yazılacağına dair düsturları, bu edimin tekniklerinden ziyade görüş bildirenlerin dünyaya bakışına dair ipuçları sağlamaları açısından ilgi çekici. Yazmanın kuralları hakkındaki listelerin, çağın sıklıkla anılan bir diğer illetine, Boş Sayfa Sendromu ya da Yazar Tıkanıklığı diye adlandırılan yazamama haline derman olduklarını sanmasam da, bütün bu kuralların, tavsiyelerin, ritüel ve tekniklerin, yazı kültürüne dair arşivi genişlettikleri su götürmez. Kurallar, ister mizahi bir dille kaleme alınmış ve yazma eylemiyle dalga geçer nitelikte, ister bütün ciddiyetleriyle kalp, beyin, klavye arasındaki o dolambaçlı rotayı yol işaretleriyle bezemeye niyetli olsunlar, boş sayfa karşısında kalakalmanın dehşetini esas alıyor. O dehşet ki, tecrübe edilme ve paylaşılma biçimleriyle, içinde yaşadığımız çağın dayattığı kimi kati ilkelerle de perçinleniyor: verimlilik, devamlılık, üretkenlik.

Yazarın tıkanma, yazamama kabusuna dair düşülmüş en eski notlardan biri, Samuel Taylor Coleridge’in günlüklerinde yer alıyor; Coleridge, 1804 yılında, otuz ikinci doğum gününü kutladıktan sonra şöyle yazmış: “Bir yılın tamamı, ancak bir aya denk üretim ile geçti – Ah, keder, utanç... Hiçbir şey yapmadım!”[i] Verimlilik dayatmasının kişisel ve çevresel itkilerden kaynaklandığına yorabileceğimiz, zamanın bugünküne kıyasla henüz dört nala akmadığı, Boş Sayfa Sendromu ya da tıkanma gibi terimlerin icat edilmemiş olduğu bir çağda kaleme alınmış olsalar da, bugün, bizlere hiç de yabancı sayılmayacak bir ruh halinin dışavurumu bu satırlar... 

Yazarın salt toplumsal ve kişisel itkilerle değil, endüstriyel birtakım yükümlülüklerle de ezildiği bu günlerdeyse, boş sayfanın ağırlığı ile doğru orantılı olarak artan yazarın çilesi, her zamankinden farklı boyutlar içeriyor.

(...)




[i] The New Yorker, “Blocked.”

(Boş sayfayla baş etmenin on kuralını yazdım desem de inanmayın, zira yazmadım. Devamı, Istanbul Art News Edebiyat'ın Ocak sayısında; Stephen King'den Jonathan Safran Foer'e, boş sayfa ile mücadelede atılacak tüm adımlar (tek adım?)...)

1 yorum:

  1. Bence "Yazarın çilesi" artık konu oldu. Sağlam yazar denilen bazı kafaların neredeyse bütün hayatlarını "neyi" anlatacaklarına değil de "neyi, nasıl" anlatacaklarına kafa yormalarından hareketle günümüzde üslûbun pek de kalmadığını söyleyebiliriz. (En azından ben söylerim.) Orhan Pamuk son romanında metnin gidişatını aniden keserek karakterleri konuşturdu, bu belki de "nasıl bir anlatım"ın son kulaçlarından biridir. (Bu romanda çaba takdire şayan ancak hikâye zayıf, ki konumuz bu değil.) "Yazmanın 10 Kuralı" gibi PR çalışmalarına yaklaşımım ise gayet net: Hiçbirini okumuyorum!

    YanıtlaSil