18 Mart 2015 Çarşamba

Mağrur


Can Ateşi 1950’li yıllarda Amerika’ya, kadınlar arası dostluk ve dayanışmaya, bireyi ezen bir dünyada kolektif bir yaşama uğraşına dair, mağrur, yoğun ve şaşırtıcı bir roman. Amerika’nın doğusunda, bir banliyö kasabasının yoksul aşağı mahallesinde, onları ezip geçerek çarklarının arasında öğütmeye kararlı bir dünyaya karşı beş liseli kız gurur, öfke, güç ve metanetle kaynaşarak bir isim veriyorlar kendilerine: Can Ateşi. Gençliğin naifliği ve başkaldırının gözü karalığıyla besledikleri Can Ateşi, haşarı bir kız çetesinden ziyade haksızlıklarla dolu bir dünyada her biri için zaruri bir tavır, bir varlık zeminine dönüşüyor. Bu beş çocuk-kadın, yetişkinlerin, en çok da erkeklerin kurguladığı bir düzene, kenetlenmiş ruhlarıyla dimdik ve coşku içinde karşı geliyor. Amerikan edebiyatının en önemli isimlerinden Joyce Carol Oates’un kendi yaşantısından da izler taşıyan bu vahşi ve lirik romanı, büyüleyici bir dostluğu ve dar bir dünyada gururlu bir yaşama uğraşını konu almış. Lirik bir dil ve doludizgin bir anlatımla kurgulanan romanda, Joyce Carol Oates toplumsal adaletsizlikleri yürek burkarak sorguluyor.

Amerikan edebiyatının en önemli isimlerinden biri kabul edilen Joyce Carol Oates, Can Ateşi’nde konu ettiği karakterlere benzer bir zaman ve zeminde, 1938 yılında New York eyaletinin Lockport kasabasında doğmuş. Oates, tıpkı Can Ateşi’nin anlatıcısı Maddy gibi, ekonomik sıkıntılar içinde geçen bir çocukluğun ardından 14 yaşında bir daktilo ediniyor ve onu National Book Award, Heideman, Bram Stoker, Boston Book Review ve Prix Femina Etranger gibi sayısız ödülle buluşturacak yazı serüvenine atılıyor. Amerikan toplumunun karanlık kalbine, gündelik hayatın yürek sökücü ayrıntılarına duyduğu ilgiyi her fırsatta dile getiren bu verimli yazarın yazınını etkileyen unsurlar Franz Kafka’dan James Joyce’a, William Faulkner’den Sylvia Plath’e, Bob Dylan’dan Henry James’e, Alice Harikalar Ülkesinde’ye dek geniş bir yelpazede yer alıyor. Princeton Üniversitesi Yaratıcı Yazarlık bölümünde ders vermeyi sürdüren Oates’un, 1963’ten günümüze uzanan yüze yakın eseriyle çağımızın en verimli ve dikkat çekici yazarlarından olduğu söylenebilir.
Can Ateşi, beş genç kızın 1950’li yıllarda Amerika’ya dair aşina olduğumuz, çoğunlukla erkek çetelerinin araba yarışı ve mahalle kavgaları eşliğinde kapıştığı filmlerin –Batı Yakasının Hikâyesi, Asi Gençlik, vb- yansıttığı imgelerin aksine beş genç kadının ve arkadaşlarının içinde birey olarak var olamadıkları, erkeklerce kurgulanmış adaletsiz bir dünyaya karşı ortak haykırışı aslında. Asi gençliğe dair basmakalıp bildiklerimize tamamen zıt Can Ateşi’nin gerçekleri. Her biri hayatlarının farklı düzlemlerinde zorlanmış, babalarından dayak yemiş ya da onları hatırlamadıkları bir savaşta kaybetmiş, hayat mücadelesi veren anneleri tarafından ihmal edilmiş, fakirlik ve ümitsizlik dolu hayatlara koşullanmış ve bunlara rağmen önlerinde uzanan karanlığa ve kendilerine biçilmiş rollere isyan eden, karşılaştıkları adaletsizliklerle kendilerince -ve kimi zaman çocukça- ama illa ki mağrur bir biçimde ödeşme ateşiyle tutuşan beş gencin romanı Can Ateşi.  

Çocukluk ve yetişkinlik arasında, ergenliğin karanlık coğrafyasında yitmemek için ayakta durmaya çabalayan bu beş genç kadın kaybedecek hiçbir şeyleri olmamasının verdiği cesaret, hatta sınırsız bir gözü karalıkla bir araya gelerek onlara hükmetmeye ısrarlı bir dünyayla uzlaşmayı reddediyor.  Kendi idealleri doğrultusunda hiç kimsenin buyruğu altına girmeden, doğrularını kimi zaman acımasızca yordamlarla hayata geçiriyorlar. Alelade bir gençlik romanından öte, Can Ateşi erkek egemen bir dünyada kadına dayatılan role, her şeyden öte büyük düzenliklere karşı yükselen naif bir çığlık.
Joyce Carol Oates’un Can Ateşi’nde kurguladığı çocukluk ve yetişkinlik düzlemi arası ergenlik platformu bu çığlığın yükselmesi için ideal bir mecra. Savaş sonrası yaraların henüz sarılmadığı bir banliyö kasabasının aşağı mahallesinde işçi sınıfına mensup ailelerin gelecekleri baştan yitik çocukları olarak, yetişkinlerin dünyasına yöneldiklerinde duydukları yoğun öfke karakterleri birbirine daha da derinden bağlıyor. Biraz ötelerinde yukarı mahallede yaşayan üst sınıfların hayatlarıyla aralarında yatan uçuruma, paranın ve erkin her koşuldaki tartışılmaz gücüne ve tüm bunların ışığında isyan ettikleri dinsel öğretilerin ikiyüzlülüğüne, hatta Tanrı kavramını, hayatın bir anlamı olabileceğini temel alan öğretilerin tümüne karşı yükseltiyorlar seslerini. Ergenliğin tekinsiz dehlizlerinde hayatı tanımaya ve tanımlamaya bir yandan da kendilerine var olabilecek alanlar açmaya çabalayan beş güçsüz çocuk, alt sınıf mensubu olmalarına, cinsiyetlerine ve önlerinde uzanan seçimlerin darlığına aldırmadan birbirlerinin desteğiyle çoğalarak Oates’un usta kaleminde dünyaya karşı kimi zaman doğruluğu tartışılacak eylemlerle muhalif bir tavır sergiliyor. Bu muhalif tavır, yoğun bir çaresizliği gururlu bir varoluş savaşıyla harmanlıyor.

Yazar Joyce Carol Oates, romanın güç odağı Kaltak Sadovsky karakterini mitolojik bir kahramanmışçasına kurguladığını belirtiyor. Margaret Ann Sadosky, arkadaşlarının ona seslendiği lakapla Kaltak, adaletsizliğiyle yüzleşmek zorunda kaldığı bir dünya önünde boyun eğmemekte ısrarlı.

(Kitabın eskisi yenisi olmaz ya, geçmiş yıllarda yayımladığımız Joyce Carol Oates romanı Can Ateşi hakkında bir şeyler yazmışım, o zamanlar kitabın konusundan bahsetme konusunda bugünkü kadar ketum sayılmazmışım... Yarın, Kaltak üzerine düşüncelerle devam.)

1 yorum:

  1. Çok güzel bir kitaptı, hatırlatma için teşekkürler... Oates kitapları güzeldir zaten ama Can Ateşi'de çok etkileyici bir kitaptı ve severek okumuştum...

    YanıtlaSil