16 Aralık 2015 Çarşamba

Tükendi!

...

Yıllar önce, bir şeyler satın almaktan vazgeçtiğimde dünya için iyi bir şeyler yapmak adına par biriktirmeye başlamıştım. Gözüme kestirdiğim her şeyi almak yerine perakende fiyatını listeme ekleyip yıl sonunda toplam meblağı inandığım bir davaya bağışlıyordum. Haiti. Açlık. Çiftlik hayvanı almak isteyen aileler. Ama görebildiğim kadarıyla hiçbir işe yaramamıştı. Haiti hâlâ karmaşık bir kabustu, açlık giderek artıyordu. Her kötülüğü iyileştirmeyi beklemiyordum ama aldığım tek gerçek sonuç, spam postalarında belirgin bir artış oldu. Ekonomi aracılığıyla daha iyi yaşamak mümkündü ancak birkaç bağışla dünyayı daha iyi bir yer haline getirme çabası bunun beyhudeliğini daha iyi anlamamı sağlamak haricinde işe yaramadı ve beni korkuttu.

Alışverişe geri döndüm. Bir şeyler satın almak kendimi daha iyi hissetmemi sağlıyor, beni teskin ediyor, güven veriyordu. Yakın zamanda yeterince avanaklık ettiğimden teskin edilmeye ihtiyacım vardı. Ama alışveriş merkezi koridorlarında dolaşırken ihtiyacım olan, istediğim ve/veya zaten sahip olmadığım bir şeyler bulmakta zorlandım. Çıtayı biraz düşürmek için Hallmark mağazasına girdim ve kendimi duygusal kartpostallara, kalp şeklinde vazolara, ilham veren posterlere teslim ettim (“İşte aradığınız işaret: Sevgi, Tanrı”). Sonra şu lüks yenilikler mağazası Brookstone’a girdim ve masaj koltuğuna oturdum. Yastık teknolojisinin son örneklerini test ettim. Gerçi masaj koltuğum zaten vardı, daha doğrusu eskiden vardı ama ondan kurtulmuştum. Yastığa gelince, eski teknolojiyi yenisine tercih ediyordum. 

Brookstone’dan çıkıp Pottery Barn’a daldım. Çocukken evimizin içindeki her şey tanıdık, ucuz ve eskiydi; o zamanlar Pottery Barn’a girmek cennete girmek gibiydi. İnsanların kiliseden keyif almasını gerçekten istiyorlarsa, diye düşündüğümü hatırlıyorum o dönemde, kiliselerin Pottery Barn gibi görünüp kokmasını sağlamaları lazım. Hayalim, bir gün kendimi bu mağazada satılan şeylerle çevrelemekti – hasır sepetler ve kokulu mumlar, gümüş varaklı resim çerçeveleri. Ama bu uzun zaman önceydi. Pottery Barn’da satılan her şeyi satın alma ve dairemi Pottery Barn outlet’i gibi döşeme dönemini atlatmış, aldığım her şeyi büyük bir üst modele geçiş döneminde atmıştım. Artık Pottery Barn’daki her şey sahte, seri üretim bandından çıkmaymış gibi görünüyordu. Artık buradan alışveriş etmek amaçlarımı ve benliğimi geriletmek anlamına geliyordu. Pottery Barn’dan bir şey
satın almak istemiyordum ama Pottery Barn’daki her şeyi almak isteme duygusunun geri gelmesini çok isterdim.

...

(Joshua Ferris, Makul Bir Saatte Yeniden Uyansam. Çeviren: Begüm Kovulmaz. Alışveriş yapmak ya da yapmamak ayrı mesele de, tüketim uygarlığında ömür tüketirken yaptığımız seçimler irdelenmeye değer gerçekten... Geçen hafta, bir yıl boyunca gıda ve ilaç dışında hiçbir şey almayan Selma Hekim hakkındaki haberler paylaşımdaydı, rastladınız mı bilmiyorum ama benim takip ettiğim medyada bu hususta epey tartışma döndü. Konuyla ilgilenenler için meseleyi kişisel tercihlerden çevreci bir perspektife taşıyan blogdan uyarlanmış bir kitap önerisi de blog yazarınızdan gelsin: No Impact Man - tartışmaya elbette ki açık ama düşünmeye değer.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder