29 Haziran 2016 Çarşamba

Yükleniyor


(Rafael Lozano-Hemmer; Surface Tension'dan kesit. Dave Eggers'dan Çember, çok yakında, raflarda.)

28 Haziran 2016 Salı

Farklı


S-biçimli Sarmaşık, Alexander Calder.

Çember'i yazmaya nasıl karar verdiniz?

Yirmi yıldır Kuzey Kaliforniya'da yaşıyorum ve internetin iniş ve çıkışlarına şahit oldum. Bazı notlar tutuyordum bu süreçte, belki bir romana dönüşebilir diye. Birkaç yıl önce internette devleşen bir şirkette çalışmaya başlayacak genç bir insanın gözünden yazmaya karar verdim. Bu şirket Çember'di; buradan yola çıkarak sonraki unsurları oturttum.

Çember Facebook, Twitter, Google ve birtakım kurmaca oluşumları da bünyesine katmış bir şirket. Araştırmanızı ne ölçüde gerçeklere dayandırdınız?

Çember'in başka şirketlerle karıştırılmasını gerçekten istemedim, bu yüzden fazlasıyla tanıdık gelecek birtakım niteliklere sahip olmasından kaçındım. Gerçekte var olan bu internet şirketlerinin hiçbirine adım atmadım veya orada çalışan hiç kimseyle konuşmadım. Çember'in bunlardan tamamen farklı olmasını istedim.

(Dave Eggers'dan Çember, çok yakında, raflarda. Alıntı, Telegraph söyleşisinden.)

27 Haziran 2016 Pazartesi

Gölge



E-posta'nı kontrol et, yanıt bekleyen mesajlara yanıt yaz. Twitter'a gir, mention'lara cevap at. Facebook'da durum güncellemesi yap. Instagram'a bir fotoğraf at. Foursquare'de nerede olduğunu belirt, yorumlara bak. Arkadaşına Snap atmayı unutma, sana gelen snap'lere yanıt yaz. Görsel çok iyiymiş, hemen Pinterest'e at. Yazı çok uzun, Pocket'a kaydet. Timeline'a bak, gündemi kaçırma. Facebook'ta birileri duvarına bir şeyler yazmış, yanıtsız bırakma. Messenger'da mesajlar birikmiş, hepsini cevapla. WhatsUp grupların okunmamış mesajlarla dolmuş, bir ara oku ve yanıtla. Adımölçen uygulamaya gir ve o gün kaç adım attığına bak, belki biraz yürümeye ihtiyacın vardır. Hava durumu uygulamasından önümüzdeki haftaki durumu kontrol et. Son güncellemenin üzerinden epey geçmiş, Twitter'a gir ve gündem neyse fikir bildir. Blogunu güncelle, Tumblr'ını yenile, telefonunu yedekle, statünü güncelle, beğen butonuna tıkla, beğenmediklerin hakkında ileti yolla. Mesaj gönder, güncelle, mesaj gönder, yenile, anı kaydet, kaydettiğini paylaş, güncelle.

UNUTMA: KİMSE NE DÜŞÜNDÜĞÜNÜ GÖREMEZ.

(Dave Eggers'dan Çember, Handan Balkara'nın çevirisiyle çok yakında raflarda. Görselde, Tadao Ando imzalı meditasyon alanı, UNESCO, Paris.)

23 Haziran 2016 Perşembe

Son


Bazı şeylerin "mutlak son" olduğunu hemen anlarsınız - son süt dişinizi düşürdüğünüzü ya da on üçüncü yaş gününüzden bir önceki gece, on iki yaşınızın son uykusuna yattığınızı. Bazı şeylerin de kilometre taşı olduğunu daha sonra, hesapla kitapla çıkarır, önemini bir matematik işlemiyle kavrasınız; tıpkı benim, annemle geçirip geçirebileceğim son çarşambamı heba ettiğimi annemin öldüğünün ertesi günü anlamam gibi. 

...

(Timsahpark, Karen Russell. Çeviren: Püren Özgören.)

22 Haziran 2016 Çarşamba

Keşif

Kitaptaki çevirmen karakterin Gilberto Owen’ı keşfedişi bir noktaya kadar benim onu keşfedişimi yansıtıyor. Gerçekten de Owen’ın yaşadığı eski evin bulunduğu binaya gittim. Onun 70 yıl önce yaşadığı o evle benim kitabı yazarken yaşadığım ev birbirine çok yakındı, komşu sayılırdık. Oraya gittim ve merdivenlerden çıkıp terasta kitapta bahsedilen o bitkiyi gördüm, onu alıp kendi evime götürdüm. Tabii ben kitaptaki gibi bir yayınevinde çalışmıyordum, Columbia Üniversitesi’nde doktoraya başlıyordum. Tam o dönemde Owen’ın metinleriyle tanıştım. Her şeyden çok, yazdığı mektuplara bayıldım. 

(...)

(Valeria Luiselli, Sena Akalın'ın gerçekleştirdiği ve XOXO'nun Mayıs sayısında yayımlanan söyleşide kurmaca ile örtüşen gerçeklikten, ya da gerçekliğinden -kurumuş bir bitkiden filizlenen Kalabalıkta Yüzler'den- bahsediyor. Tamamına buradan ulaşabilirsiniz. Keşfetmek isteyenler için...)

20 Haziran 2016 Pazartesi

Acı dolu yaşamlar


...

II

“Onlara hikaye uydurmaktan vazgeçtim.”[i]

Anlatılan iyi bir hikaye ise eğer, yaşanmış yahut kurmaca olması neyi değiştirir? Teoride fark olmaması gerekir ama işin iç yüzü öyle değil: Paketlenmiş gerçeklerin, hele de acı, yürek burkucu, hazin gerçeklerin, kurmaca okuru diye nitelenen kitlenin dışında kalan bir gruba hitap ettiği ve normalde kitap okuru sayılmayan bu kişileri kitabevlerine çektiği tecrübeyle sabit. 2007 yılında Bookseller, bilhassa o dönemde listeleri kasıp kavuran gerçek çilelere dair bu nevi kitaplar için bir janr uydurmuş: Sefalet edebiyatı, nam-ı diğer misery-lit. Edebiyat yanıltıcı olmasın; bu terimle kasıt, yaşamı boyunca türlü zorluklara göğüs germiş bireylerin kaleme aldığı, “sefalet anıları” diye de bilinen otobiyografik metinler; tacizin gölgesinde geçen bir çocukluğu, kanser ya da türlü zorlu hastalıkla mücadeleyi, bir yakının acı kaybıyla baş etme öyküsünü veya bağımlılıkların, akıl hastalıklarının, yeme bozukluklarının pençesinde çırpınışları konu alan ve sayfaları gözyaşları eşliğinde çevrilen, yürek parçalayıcı kitaplar. Anlayacağınız, okura bir başkasının kederine sığınma fırsatı tanıyan ve can yakan, yaşanmış hikayeler; İngiltere’nin önemli zincirlerinden Waterstone’s’un kategorilerine bakılacak olursa Acı Dolu Yaşamlar rafında bulabilecekleriniz.

Ne kadar gerçek o kadar iyi.


III

“Kitap okuyanların sayısının dehşet verecek ölçüde az olduğu bir dünyada yazarın, sırf hayatta kalmak için pek çok şey yapması gerekir.”[ii]

Gerçek[iii] hikaye: Bundan dört-beş sene önce, İstanbul Kitap Fuarı’nda bir okur, “Beni hüngür hüngür ağlatacak bir kitap arıyorum. Nerede bulabilirim?” diye sordu.

...



[i] Smith, Ali. “Gerçek Kısa Öykü,” İlk Kişi ve Diğer Kısa Öyküler. (Çeviren: Handan Balkara.)
[ii] Enrique Vila-Matas’ın Guadalajara Kitap Fuarı’nda yaptığı ‘Gelecek’ başlıklı konuşmadan; Kasım, 2015.
[iii] Gerçek, çünkü bana sordu.

(IAN Edebiyat'ın Haziran sayısına, Patricia Highsmith'in salyangozlarından başlayıp çağa özgü acılı hayatlar fetişine uzanan -spiral- bir yazı yazdım. Dergiyi kitabevlerinden veya kitap satan websitelerinden temin edebilirsiniz. Görsel: Roy Lichtenstein'ın.)

14 Haziran 2016 Salı

Duygu


Hayatımı daha az duygulanmayı öğrenmeye harcadım.

Her gün daha az duygulandım. 

Büyümek midir bu?   Yoksa daha beter bir şey mi?

Kendini mutluluktan korumadan mutsuzluktan koruyamazsın. 

(Jonathan Safran Foer, Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın. Çeviri: Algan Sezgintüredi. Görselde Serge ve Jane, yan yana ve uzak.)

13 Haziran 2016 Pazartesi

Umut


Son derece keyifsiz başlayan bir hafta, ne konuşasım ne de yazasım var ama hala, yine de ya da belki inadına, umudum var. Savaşla, nefretle, kinle dolu, çivisi çıkmış bir dünyada mücadeleye devam...

Diren karanlığa.

(Görsel arşivden - nice kıyıma, katliama şahit olmuş bir şehirden, Berlin'den. )

9 Haziran 2016 Perşembe

Denge


S: Çember adlı romanınız, Google, Facebook ya da benzer bir teknoloji şirketini mi esas alıyor?

Hayır, hayır. Roman, Çember adlı büyük bir teknoloji devinin diğer tüm şirket ve yapıları kendi bünyesi altında topladığı bir zamanda geçiyor. Çember, sosyal medya ve tüm diğer arama fasilitelerini tek bir sisteme entegre ederek çabucak büyüyen ve güçlenen bir oluşum.

S: Bahsettiğiniz şirket ortamı hayatın içinden fırlamış gibi. Silikon Vadisi'ndeki benzer yerlere ya da bilhassa Google'a uğradığınızı düşünenler çıkacaktır.

Bir noktada oralara gidip gezmem gerektiğini düşündüm ama kitabı gerçek dünyada var olan herhangi bir şeyle ilişkilendirmek istemediğim için vazgeçtim. Google, Facebook, Twitter ya da diğer Internet şirketlerine yolum düşmedi. Buralarda çalışanlarla görüşmedim, bu şirketler hakkında yazılmış kitapları okumadım. Gerçek bir şahıs veya şirketten etkilenmek istemedim. Ama uzun zamandır San Francisco civarında yaşıyorum, haliyle bütün bunlara oldukça yakın sayılırım.

S: Çember pek çok yeni programı devreye sokuyor, yeni sistemler keşfediyor. Gerçek dünyada teknolojinin ilerleme hızını göz önünde bulunduracak olursak, çağa yetişemeyeceğinizden endişelendiğiniz oldu mu?

Çember gibi bir şirketin geliştireceği, hafiften kötücül bir şey düşündüğüm pek çok sefer öyle bir şeyin ya da daha radikal bir şeylerin geliştirildiği hakkında haberlere denk geldim aslında. Aynısı yazılım adları ve sistem özelllikleri konusunda da geldi başıma. Halihazırda varolduklarını öğrendiğimde romanda kullandığım birkaç ismi değiştirmem gerekti. Ama esasen, teknolojinin kendisine dair değil de, onun insanlık anlayışımız ve dengeye dair neleri değiştirebileceği, ne anlama geleceği hakkında yazdım ben. 

(Dave Eggers, çok yakında Handan Balkara'nın özenli çevirisiyle okurla buluşacak romanı Çember'den bahsediyor. Distopya hiç bu kadar tanıdık olmamıştı... Yakında, kitapçılarda.)


8 Haziran 2016 Çarşamba

Çember!







(Görseller Berlin, Frankfurt, Milano kitapçılarından, Çember ortalığı inletti zira. Sonuncu fotoğrafta Nam June Paik'in kült robot işlerinden biri, Tate'te sergide. Çember, çok yakında, tüm kitapçılarda...)

6 Haziran 2016 Pazartesi

Yaz!

Haziran ayının ilk pazartesi günü, yazın resmi başlangıcı: Geçenlerde bir vesileyle bu bloga ne zamandır yazdığıma baktım: Dokuz yıl olmuş sevgili blog okuru, yeni idrak etmiş bulundum, arşivi biraz karıştırınca yinelenen şeyleri de görüyor insan, zamanın damgası bu belki -  yazın çöken cinnet halleri, kış buhranları, bahar sancıları, fuar sonrası zindeliği, hep tekrar, hep döngüsel... Misal, şu anda, herkes soyunup dökünür, sıcaklardan bunalırken ben, anladığım kadarıyla her yaz bir kere illa ki tutulduğum yaz gribinin serin sularında tir tir titriyorum ama eğer döngülere inanacaksam bu, birkaç güne yerini gıcık bir öksürüğe bırakacakmış; blog, beni her sene böyle hasta olduğuma ikna etti, adeta bir kaplumbağanın kış uykusuna yatması, bir yılanın deri değiştirmesi gibi, döngüsel yaz gribi... Evet, yaz geldi, hava ısınacak, mevsimsiz yağmurlar yağacak, sosyal medyada tüm tanıdıklar ya düğüne ya tatile gidecek, geceler kısa olsa da yarın hep geç gelecek, ışık insanı rahatsız edecek ama yaz demek, ister sevin ister sevmeyin biraz gevşemek, biraz vites düşürmek anlamına gelecek.

Geçen seneydi sanıyorum, gazetelerin magazin eklerinde, sahneleri bırakıp da tekrar geri dönen bir şarkıcının sevgilisinin, kumsalda, elinde Tezer Özlü'ye ait bir kitapla yakalanması olay olmuştu, zira otoriteler, bu olayı fırsat bilip kumsalda okunacak kitapların ne olabileceği ve ne olamayacağı yönünde kaidelerle karşımıza çıkıvermişti. (İma edilen, Tezer Özlü ile gösteriş yapılıyor olması gerektiği, zira Özlü'nün metinlerinin kumsalda okunamayacağı idi. Kitapla gösteriş!) Kendi adıma, kumsalda güneşin altında pineklemeyi sevmediğimi ama kumsalda güneşin altında pinekleyenlere davranış adabı dayatılmasını hiç sevmediğimi söyleyeyim - kumsalda ister Bebekler Vadisi'ni okuyun ister Kutadgu Bilig'i, karar ve keyif sizin, sizi aksine inandırmalarına izin vermemenizi temenni ederim. (Kutadgu Bilig enteresan olurdu, tabii lafın gelişi...) Her neyse, madem döngülerden ve kimin ne okuduğundan bahsediyoruz, hayat hep döngüden ibaret değil elbet, yeni şeylere de yer var ve iyi ki var: Mesela - bir süredir Snapchat kullanıyorum ve kumsaldı, festivaldi, partiydi gibi ortamlardan ziyade okuduğum metinleri paylaşıyorum; gayet seviyeli ve hatta neredeyse sıkıcı editöryel ortamıma eklenebilirsiniz, beklerim, yalnız direkt mesajlara yanıt veremiyorum, şimdiden söyleyeyim. Benim Snapchat'imden çok daha eğlenceli bir tavsiye ise 102 No'lu Sınıfın Kumandası, kendisi dünyayı gezmekte, onu şuradan takibe alabilirsiniz.

Neyse işte, yaz geldi, yine geldi, zaten hep gelirdi - özetimiz bu... Geri kalan tüm kararlar, seçimler ve elbette ki keyif, sizin.

İyi haftalar.

Görselde Pola Negri, kumsalda (ya da sette?) ve kimbilir ne okuyor.

(Snapchat: sanemsirer.)


3 Haziran 2016 Cuma

N-n-n

Notlar:

Anlamsız olduğu ölçüde derin çağrışımlara sahip bir çalışma, çünkü Internet böyle bir şey: Saçını kim tutar? Çeken bilir, ne diyeyim, bu mesele önemli. Kitaplardan hareketle: Story Land. Alice ile Harikalar Ülkesi'nde çay içmek isteyenler buraya - Alice demişken, spekülatif bir bakış: Alice Harikalar Ülkesi'nde acaba gizli manalar mı içeriyor? En güzel yanı, finali: "Dünya, beklentilerin karşılanmadığı çılgın bir yerdir; her şeyde bir anlam aramak yerine kendini doğal akışa bırakmak daha doğru olabilir."

K24'ten dikkate şayan bir dosya: Kahraman Hayvanlar. Peşi sıra gelsin öyleyse: İnsanlar, Hayvanlar ve Yırtıcı Hayvanlar. Üzerine, Uzay Kapsülündeki Maymun. Ardından, Çaresizlik Kuyusu. Sonra, Hayvanlar Üzerine. Bunca kurmacanın üzerine, Elif Bereketli'nin Derek Ryan söyleşisi - gözden kaçmasın. Bu hususta epey konuştuk önceden, bugün, bu bahsi bağlarken Jonathan Safran Foer'in Hayvan Yemek'ini analım ve sözü Marilyn Monroe'nun beslenme düzeni ile kapatalım: çiğ yumurta, süt, biftek, dondurma.

Nick Cave'den yeni albüm. Madem notları kusma bahsiyle açtık, o zaman üstadın Sickbag Song adlı kusmuk torbalarından oluşan kitabıyla bağlayalım. 

Bu arada burada yeni ve neşeli bir şarkı listesi, Instagram'da yeni açtığımız Siren sayfası var: Bekleriz, takibe gelin!

Sonsuz sağlık dileklerimle, iyi tatiller.

2 Haziran 2016 Perşembe

Umut


Ben dokuz yaşındayken okulda bize en çok gurur duyduğumuz şeylerden bahseden bir kompozisyon yazma ödevi verdiler. Tembel tenekenin biri olduğumdan babama bu soruyu sordum, onun cevabını araklayıp ödeve koymayı planlıyordum. Babam birazcık düşündü ve şöyle dedi: "Ömrüm boyunca altı savaşta bulundum ve her birinde en ön saflardaki piyade birliklerindeydim, fakat kimseyi incitmedim." Babam buydu işte ve sanırım, onun bu çelişkili gibi görünen değerleri hem karakterime hem de öykülerime sızmıştır benim.

Oğlum öykü seviyor. Sık sık benim "yetişkin" öykülerimi ona anlatmamı istiyor. Onları hiç okumadım ona ama çoğunlukla biraz yumuşak versiyonlarını anlatıyorum. Ailemize dair öykülere de bayılıyor. Özellikle abime dair olanlara. Hikaye anlatmaya pek hevesli olduğu söylenemez ama ufku fazlasıyla geniş, dört dörtlük bir yalancı kendisi yani henüz umut var.

(Etgar Keret, Atlas Review söyleşisi. Görselde DonkLondon'a ait birtakım ince işler - Keret'in otobiyografik öykülerini -bilhassa baba ve oğul olarak durduğu yeri yansıtan öykülerini- içeren Yedi Güzel Yıl, yeni baskısıyla şimdi raflarda, okuyanlar okumayanlara anlatsın.)

1 Haziran 2016 Çarşamba

Dünya!


Bence kurmaca ifadenin en dolaysız biçimlerinden biri. Halihazırda yaşanmış bir şeyi yeniden aktarmaktansa bir şeyler icat etmek hem daha kolay hem çok daha heyecan verici. New York Times'ın Hayat köşesi gibi mecralara pek çok otobiyografik yazı yazmışımdır. Ne var ki babam vefat etmeden önce böyle bir kitap yayınlatmayı düşünmemiştim hiç. Onun ölümüyle nedense birdenbire ailemin öyküsünü anlatma ve oğlumun doğumuyla babamın kaybını birbirine bağlama arzusu düştü içime. Ve görece olarak kısa bir zaman dilimi içerisinde (Yedi Güzel Yıl) babamın oğlu olmaktan çıkıp oğlumun babası haline gelme öykümü anlatmak istedim.

Yaşantımda (bir başlık altında incelenebilecek) başka dönemler de olmuştur; örneğin zorunlu askerlik hizmetimi yaptığım süreci (kitaplaştıracak olursak) şu şekillerde adlandırmak mümkün: Şaşkın ve Kafası Karışık, Çıkıntı, İsrail Savunma Kuvvetleri'ndeki En Kötü Askerlerin İkincisi (birincisi kesinlikle abimdir) ve Dünya Bombok. 

(Etgar Keret, kendi yaşantısından çıkma öyküler anlattığı Yedi Güzel Yıl'dan hareketle coşuyor. Söyleşi, Atlas Review'dan; görsel, bitmek tükenmek bilmeyen Londra arşivinden.)