16 Aralık 2016 Cuma

N-n-n

Normalde, yılın bu zamanlarını çok severim sevgili blog okuru. Sene sonlarında tempo yüksektir, yapılacak işler dağ olur ama sene sonlanırken yeni sayfalar açmak gerekir ve bu güzel bir şeydir, sene boyunca ihmal ettiklerinizle görüşülür, tortu olarak kalan ne varsa dökülür ve yeni ufuklara dönülür... Bu zamanlarda şaha kalkan yıl sonu listelerinden ziyade 2016'nın başında ben/2016'nın sonunda ben meme'inin öne çıkması veya Beatles'a selam niteliğindeki Sgt. Pepper's esintili bu yıl göçüp gidenler tasviri gibi işler, 2016'nın global anlamda biraz sert geçtiğini gösteriyor maalesef. Öte yandan, oportünistlerin şahı olan hayat, devam ediyor, ama o, biz ne halde olursak olalım, zaten hep öyle yapıyor.

Sinema orucumu, Sapir-Whorf hipotezi ile ilintili olduğunu okuduğum bir uzaylılar-dünyayı-istila-ediyor filmi için bozdum ve pişman değilim - ama ilgiyle izlediğim filmi beğenmedim, o ayrı. Post-gerçeklik çağına uygun olduğunu söylemek gerek öte yandan; Sapir-Whorf meselesinden daha önce blogda bahsetmişim, IAN yazılarından birinde de değinmiş olmalıyım. Sapir-Whorf çağrışımıyla araya bir Toni Morrison alalım ve tekrar geriye uzanalım, bahis konusu film Arrival, Ted Chiang'ın bir öyküsünden uyarlanmış ve bu öykünün yer aldığı kitap, Monokl tarafından önümüzdeki yıl yayımlanacakmış, bu kısmın altını çizelim.  Film demişken atlamayayım bu arada: Donnie Darko geri geliyormuş. Bu film, bu kıyamet fikri, hatta bu tavşan diyorum, yeniden diyorum ve susuyorum.

Bob Dylan Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldı ve kendi dahil herkes buna şaşırdı - bir grup Dylan fanatiği dışında belki. Sonra bu iş, giderek daha saçma bir hal aldı ve Bob Dylan'ın telefonlarını açmaması ile başlayan olaylar zinciri, törene onun yerine gittiği düşünülen (meğer zaten o gece orada çalacakmış, yerine gitmemiş) Patti Smith'in A Hard Rain's Gonna Fall'ı söylerken heyecandan kasılıp kalmasına kadar vardı. Bob Dylan, konuşma yapmasa da bir metin yazıp yolladı ve Nobel töreninde Dylan olmasa da Patti Smith çalmıştı - eh, zaten her şey biraz saçma, biraz tuhaftı.

Ödül demişken, Billboard, Madonna'ya Yılın Kadını ödülünü takdim etmiş ve Madonna, yine belli çevrelerde epey paylaşılan ve bam teline dokunan bir konuşma yapmış. Benzer bir konuşma, Hillary Clinton'ın hüsranla biten başkanlık yarışında, Michelle Obama tarafından, Trump bağlamında yapılmıştı. Bir başka perspektif arayanları buraya, Chimamanda Ngozie Adichie'nin TED konuşmasına alalım. Üzerine de serbest çağrışımla gelsin: Zadie Smith'in kaleminden, Beyonce'den ne öğrendim.

Şimdi kısa kısa alalım: Myanmar'da bir pazarda keşfedilen dinozor kuyruğu, Man Ray tasarımı satranç seti ve Harry Potter'daki seçmen şapkaya benzeyen örümcek: hık demiş burnundan düşmüş.

Kapanışta Sylvia Plath ve sanıyorum Adirondacks (ayrıntılı anlatım için bkz. Sırça Fanus) Ayrıca, gülmek güzeldir.

İyi tatiller.



15 Aralık 2016 Perşembe

Uygar


Kitabın bir kısmı, bizlerin, Amerikalıların kim olduğuna kafa yoruyor. Epey ilginç bir topluluğuz. Tam anlamıyla uygar olduğumuzu düşünmüyorum. Gündelik hayatımızda belli bir seviyedeki şiddeti kanıksamış haldeyiz ve bu, dünyanın kimi başka köşelerinde yaşayanları hayrete düşürüyor. Ve ara ara içinde bulunduğumuz bu hafıza kaybından, bellek yoksunluğundan uyanıyoruz. Pek çok açıdan müthiş şeyler yapma yetisine sahibiz ve sözde endüstriyel gelişimini bitirmiş, medeni bir yerde yaşıyoruz ama kanımızda Amerika'nın kuruluş döneminden kalma bir barbarlık mevcut, bunu kabullenmişiz.  

(Dave Eggers, NPR'a yeni kitabından bahsederken ABD'ye değiniyor. Uygarlık! Görseldeki iş, Sejla Kameric'e ait.)

14 Aralık 2016 Çarşamba

Çok


(Bu ayki Socrates'te, en kısa öyküsü Astım Krizi'nde "Bir sözcük çoktur," diyen Etgar Keret'ten yepyeni bir öykü var. Sözcüklerin çok geldiği oluyor bazen, tasarruf bundan.)

13 Aralık 2016 Salı

Uzak


Kalbimi paramparça etmiyor mu, ediyor elbette, her günün her saniyesi kalbimi olduğundan daha fazla parçaya ayırıyor. Kendimi, sessiz değil, suskun biri olarak bile düşünmemiştim, hiçbir şey düşünmemiştim ama her şey değişti. Benimle mutluluğum arasına saplanan mesafe dünya değildi, bombalar ve yanan binalar değildi, bendim, düşünmemdi, bir şeyleri asla koyveremiyor olmanın kansersi hali. Cehalet mutluluk mudur, bilmiyorum ama düşünmek çok acı verici ve söyleyin bana, düşünmek bana ne verdi, beni hangi üstün mertebeye getirdi?

(Jonathan Safran Foer, Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın. Çeviren: Algan Sezgintüredi. Görsel, Berlin'den, Mitte civarı.)

9 Aralık 2016 Cuma

N-n-n

Bir koca yıl devrilmiş, aylardan Aralık gelmiş ve ben, bloga, notlara, yazılara uzun mu uzun bir ara vermişim. Evet, bazen olur öyle, çok da üzerinde durmaya gerek yok sanırım. Yani demem o ki...
N-n-n!

Saçmalardan seçmelerle başlayalım: Yazarlar gibi kokmak. Yahu ne uğraşayım Tolstoy gibi kokmaya diyorsanız Schiller'in yaptığını yapıp bir çekmecede birkaç elmayı çürümeye bırakıp, korkunç kokudan aldığınız ilhamla yazı yazmayı da deneyebilirsiniz, çünkü denemesi hemen hemen bedava (birkaç elma kaç paraysa o kadar.) Bu da matbaa kimyasallarına olan tutkunuzu kesmediyse o zaman sizi Karl Lagerfeld'in Paper Passion'ına alalım. Amazon Almanya'da TR kargo ücreti kalktı, onu da belirtelim ve kitap kokusuna olan hastalıklı ilişkileri dolayısıyla müşkül vaziyette olanlar için hemen Almanya bağlantısını ekleyelim. (Yorumlardan birinde kitap kokusu değil kolaltı kokusunu andırdığı söylenmiş, seçim sizin.) Bu arada Amazon, Eggers'ın Çember'de hayal ettiği benzeri bir girişimi daha gerçekleştiriyor ve yeni açacağı Amazon Go mağazalarında kasa denen olayı ortadan kaldırıyor, onu da atlamamak lazım. Şu videoyu izleyin ve gelecekte nasıl alışveriş edeceğinizi görün - ben drone beklediğimden sarsıldım diyemem açıkçası. 

Normalde, blog o ara aktif olsaydı size bir fuar özeti yazardım illa ki. Şimdi artık çok geç; Aslı Erdoğan, Necmiye Alpay ve Turhan Günay daha nice yazar ve gazeteci gibi tutuklu, bu seneki fuara dair düşülecek tek not da bu olmalı kanımca, koca bir utanç notu. Öte yandan sağ sol her taraf farklı farklı utanç notlarıyla kaynamaya başladığında, utanç da norm haline geliyor, o da utanan için sadece; utanmayana her gün bayram elbette... Neyse, fuar bu yıl da, her yıl olduğu gibi, siz ne atfettiyseniz o idi - kitap tanımak, yıl içinde kaçırdıklarınızı ve daha eskileri görmek isteyenler için bulunmaz bir fırsat olduğu gibi her salonda beş standı olan ama bulundurdukları kitaplardan bihaber devasa yayınevlerinin kısıtlı indirimlerine koşma arzusu duyanları da memnun etmekteydi, yani kanımca, fuar okurunun, okur fuarın aynası oldu, zaten başka türlüsü beklenemezdi. İki farklı özetten K24 için buraya, Kültür Servisi için buraya buyrun.

Yılın kelimesi (Oxford'a göre) "post-gerçek," yılın adamı (Time'a göre) Donald Trump, Nobel edebiyat ödülü Bob Dylan'ın... Pantone'ye göre yılın rengi henüz açıklanmadı mesela, ama örnekler ışığında insan ürküyor açıkçası. Gelgelelim hayat her şeye rağmen devam eden nankör bir fenomen, dolayısıyla, bizler de güzel şeylerin altını çizmeye bakacağız yine, mesela şunun gibi. Bone kitapları için buraya bkz.

Aylar olmuş, biraz paslıyım sevgili okur. Notları Leonard Cohen'in evinin önünden kesitlerle sonlandırıyorum. 

İyi tatiller, sürprizleriniz şen olsun.

(İki küçük çıkma ekleyeyim: Pantone Yılın Rengi'ni açıklamış ve kendisi yeşillik tadında... Leonard Cohen demişken, Kara Plak Cohen hakkında hem bir etkinlik hem de bir kitap duyurusu yaptı, onları da atlamayın.)



8 Aralık 2016 Perşembe

Kulüp

Emma Watson'ın bir kitap kulübü kurduğunu, bununla da kalmayıp kendi eliyle yazdığı notlar içeren yüz adet kitabı Londra metrosunun çeşitli noktalarına gizlediği yolundaki haberleri okudunuz mu bilmiyorum, ama ben şahsen bu gibi girişimlerden etkileniyorum, benzer bir haber de Fenerbahçeli basketbolcu Ekpe Udoh'un kitap kulübüne dair, yalnız bu vakada olay Türkiye'de geçiyor ve Ekpe, takipçileriyle birlikte okumak üzere Kürk Mantolu Madonna'yı seçince (Ekpe elbette ki İngilizcesini okuyor) türlü tepki alıyor. (Tepkileri okumak için bu twit'in altına buyrun.) Her neyse, Ekpe, yazın Dave Eggers'ın Çember'ini okuyordu, onu da belirteyim ve buradan bir sıçrayış ile tekrar Emma Watson'a uzanayım: Watson, Dave Eggers'ın Çember romanından uyarlanan filmde başrol oynuyor, Mae'den daha Mae olmak mümkünse, öyle bir şey olmuş burada kanımca, okuyanlar hak verecektir sanıyorum.

Emma Watson'dan Emma Watson'a uzanan bu yazı, Çember'in tanıtımıyla sonlansın, buyrun, aşağıda:

7 Aralık 2016 Çarşamba

Gelecek


Hayatı seç.
Facebook’u, Twitter’ı, Instagram’ı seç ve birilerinin, bir yerlerde seni umursadığını umut et.
Keşke farklı davransaydın diye düşünerek, eski aşklarını yoklamayı ve geçmişin tekrarını izlemeyi seç.
Geleceğini seç.
RealityTV’yi, slut shaming’i, revenge porn’u seç,
sıfır-saat sözleşmeli bir iş seç, işe giderken iki saatini yolda geçirmeyi seç
ve aynını, daha beterini çocukların için seç, bu acıyı da birilerinin mutfağında üretilmiş, ne idüğü belirsiz bir uyuşturucunun meçhul bir dozuyla dindirmeyi seç.
Ve sonra… derin bir nefes al.
Sen bir bağımlısın, bağımlılığa devam et.
Başka bir şeye bağımlı ol sadece.
Sevdiklerini seç.
Geleceğini seç.

Hayatı seç.



(Kişisel tarihimin en uzun arasını vermiş olabilirim - kendimi, yirmi yıl aradan sonra Trainspotting 2 için yeniden Renton karakterine bürünen Evan MacGregor gibi hissediyorum desem yalan olacak çünkü herhangi bir şey hissetmiyorum, buradayım sadece, kaldığım yerden devam ediyorum ve itiraf ediyorum: kitaplardan uyarlanmış filmlerden çoğu zaman pek hazzetmesem de Danny Boyle'un Porno'yu nasıl uyarladığını aşırı merak ediyorum. Gelene hoş gelmeler, gidene şen gitmeler...)