31 Ekim 2017 Salı

Mutlu


Eleanor Vance, Tepedeki Ev'e geldiğinde otuz iki yaşındaydı. Annesi öldüğünden beri dünyada gerçekten nefret ettiği tek kişi ablasıydı. Eniştesinden ve beş yaşındaki yeğeninden de hoşlanmıyordu ve hiç arkadaşı yoktu. Bunun en büyük sebebi yatalak annesine on bir sene bakmış olmasıydı, bu sayede az çok hemşirelik öğrenmiş ve yoğun gün ışığına gözlerini kırpıştırmaksızın bakamaz olmuştu. 

Bir yetişkin olarak hayatında gerçekten mutlu olduğu tek bir an bile hatırlamıyordu. (...)

(Shirley Jackson, Tepedeki Ev. Çeviren: Dost Körpe. Cadılar Bayramı şerefine, yirminci yüzyılda yazılmış en iyi perili ev öyküsü olarak bilinen -editörünün pek sevdiği- Tepedeki Ev'i ve bizzat cadılık pratikleri ile uğraşmış yazarı Shirley Jackson'ı analım dedik... Tepedeki Ev'in doksanlardan kalma sinema uyarlamasının (Owen Wilson'dan Catherine Zeta Jones'a, Lili Taylor'a varana değin doksanlar yıldız kadrosuyla) tanıtımı için buraya, Biz Hep Şatoda Yaşadık'ın yakında gösterime girmesi beklenen beyazperde uyarlamasından fotoğraflar içinse buraya buyrun - Biz Hep Şatoda Yaşadık'ın Spotify çalma listesini de, korku değil ama tekinsiz bir şeyler arayanlara öneririz. Son olarak: Kitaplar, bize göre her zaman, ama her zaman peşleri sıra gelen beyazperde uyarlamalarından iyidir, hele söz konusu Shirley Jackson gibi incelikleriyle insanı germeyi mükemmelen beceren bir yazar olduğunda daha iyidir, gerçi seçim size kalmış tabii... Bir hayatta kalma refleksi olarak korku, insana her türlü iyi gelir, bizden söylemesi - sizi korkutanın gerçekten ne olduğunu bulmak ise sadece, ama sadece sizin altından kalkabileceğiniz bir şeydir.)

Burası


Kara kurbağaları, kaplumbağalar ve sürüngenler, kara böceklerin vızıltısı. Yukarıda, kara suda yetişen ağaçların dalları, yaprakları arasında gökyüzü uzanıyordu; Mabel yatıp dinlendiği yerden yeni takımyıldızların gökte yuvarlandığını görüyordu. Devriyeler, patronlar, başkası adına çaresizliğe kapılmasına neden olan acılı haykırışlar yoktu burada. Bir köle gemisinin ambarındaymış gibi gece denizlerinde sürüklenmesine neden olan kulübe duvarları yoktu. 

Kanada turnaları ve çalıbülbülleri, suları şapırdatan susamurları.

(...)

(Yeraltı Demiryolu, Colson Whitehead. Çeviren: Begüm Kovulmaz. Görselde, karanlıklarda kayıp gezen tüm ruhların yardımcısı Büyük Ayı Takımyıldızı.)

30 Ekim 2017 Pazartesi

Zincir!


S: Okur-yazarlık ile özgürlük arasında bir bağlantı var mı?
Y: Okuma yazma öğrenmek, erken dönem köle anlatılarında önemli bir yer tutuyor. Kölelerin okuma öğrenmesi kanunlara göre yasaktı o zamanlar. Okurken yakalandıkları takdirde hem onlar hem de sahipleri dövülürdü. Plantasyondan çıkıp köleliğin kısıtlamalarından uzaklaştıkları zaman okuma öğrenebilirlerdi ve bu özgürleşme anı köleler için çok mühimdi - tabii tüm insanlar için öyle.

(Colson Whitehead, burada Yeraltı Demiryolu bağlamında okumaktan bahsediyor - gerçi okumak herkesi özgürleştirir, o başka. Zincirlerinizi kırmanız, zincirlerimizi kırmamız dilekleriyle - İyi haftalar!)

26 Ekim 2017 Perşembe

Kapak!


Bir kitabın farklı yüzleri, farklı kapakların akla getirdikleri... Colson Whitehead'den Yeraltı Demiryolu, Türkçe edisyonuyla merkezde.

25 Ekim 2017 Çarşamba

Havalar



"Cora gelmeden önce Martin’le Ethel’in evi iki kez aranmıştı. Son derece nazik davranan avcılar Ethel’in zencefilli kekini öve öve bitirememişti. Çatı arasındaki kapağa ikinci kez dönüp bakmamışlardı ama gelecek sefer işlerin aynı şekilde gelişeceğinin garantisi yoktu. İkinci ziyaret Martin’in demiryolundaki görevinden istifa etmesine neden oldu. Cora’nın yolculuğunun sonraki ayağı hakkında bir plan yoktu, yetkililerden haber de çıkmamıştı. Demiryolundan gelecek işareti beklemeleri gerekecekti.

Martin karısının davranışları için yine özür diledi. “Ölümüne korkuyor, anlamalısın onu. Kaderin insafına kaldık.”

“Köle gibi mi hissediyorsunuz yani?” diye sordu Cora.

“Ethel bu hayatı seçmedi,” dedi Martin. 

“Sen içine mi doğdun peki? Bir köle gibi?”

O gece daha fazla konuşmadılar. Cora taze erzak ve temiz lazımlığıyla deliğine tırmandı.
Kısa zaman içinde bir düzen edinmişti. Kısıtlamalar düşünülünce zaten başka türlüsü mümkün değildi. Kafasını en az on kez çatıya çarptıktan sonra bedeni hareketlerini sınırlamayı öğrendi. Kalabalık bir gemi ambarındaymış gibi çatı kirişleri arasına kıvrılıp uyudu. Parkı seyretti. Bol bol okuma alıştırması yaptı, Güney Carolina’da yarım kalan eğitimini gözetleme deliğinin loş ışığında gözlerini kısarak elinden geldiğince geliştirdi.

Neden yalnız iki tür hava var ki, diye merak etti; sabahları güçlük, akşamları sıkıntı."


(Colson Whitehead, Yeraltı Demiryolu. Çeviren: Begüm Kovulmaz.)

24 Ekim 2017 Salı

Gerçeğin karnından


Kuzey Carolina Üniversitesi 1800'lerin başlarından kalma neşriyatı dijital ortama aktarmış; içlerinde pek çok ilan yer alıyor. Ben, kurmaca yazarı olarak ara sıra karnımdan konuşmaktan, insanların seslerini bulup onların konuşmasına öykünmekten hoşlanırım. Gelgelelim ilanların dili o kadar mükemmeldi ki onları kitaba aynen ekledim - artık kamusal alanda yer alıyorlar zaten. Köleliğe dair onların ortaya koyduğu onca şeyi yansıtabilmem mümkün değildi. Mesela şunun gibi, "Bessie, 17, melez, yüzünde eski bir yanıktan kalma bir yara izi var, hiçbir neden yokken kaçtı, asık suratlı." Hepi topu sekiz satır belki ama insan, "Yüzü neden asıkmış, niçin kaçmış, o yanık izi nasıl olmuş?" demeden edemiyor. Bu nedenle kitaba dahil ettim bu ilanları, dört adet var toplamda. Beşincisini Cora için kendim yazdım -o kaçıyor elbette- çünkü kitabın sonunda ona iyi dileklerimi sunmak istedim. Başına gelen bütün o kötü şeylerden dolayı üzgündüm ve onun ilanını bir yazar olarak değil, bir insan olarak kaleme aldım - açıklaması güç biraz, ama ona yaratıcısı sıfatıyla değil, insan olarak bir şey vereyim istedim. Köle ilanları, sonlardaki Cora ilanına varana değin tempoyu oturtmak, ona yer açmak için elzemdi.

(Gerçeğin karnından çıkma Yeraltı Demiryolu'nun yazarı Colson Whitehead, LitHub söyleşisinde kurmacadan ve hakikatten bahsediyor. Görseldeki iş, Aaron Douglas'a ait.)

13 Ekim 2017 Cuma

Yol

Bir hikayeyi anlatmak için pek çok yol, bir kitap kapağını tasarlamak için sayısız yaklaşım var; görselde, Kerouac'ın kendi hikayesinden yola çıkarak yazdığı Yolda, farklı kapakları eşliğinde...

12 Ekim 2017 Perşembe

Yanılgı


"Ve Amerika da bir yanılgı; hem de yanılgıların en büyüğü."

(Colson Whitehead'e Pulitzer, Arthur C. Clarke ve Amerikan Ulusal Kitap Ödülü'nü getiren Yeraltı Demiryolu, Begüm Kovulmaz'ın çevirisiyle şimdi raflarda.)

10 Ekim 2017 Salı

Direnç

İnsan neyle yaşar? Umutla mı, geleceğin hayaliyle mi, şimdinin sağladığı doyum ile mi? Colson Whitehead, Yeraltı Demiryolu'nda yaşamı çalınmış, el konmuş bir kadının ilham verici macerasını anlatıyor; insan denen varlığın en alçak noktada nasıl ayağa dikilebildiğini ve en alçak insanların nelerden beslendiğini gösteriyor. Bugünün dünyasında birilerinin halen sırtlarını yasladığı duvarları indirme pahasına Amerikan rüyasının yaldızını kazıyor ve kazınan yaldızın altından yaralar görünüyor, kimi yaraların tedavisi için ise zamandan fazlası gerekiyor. Özgürlük bayrağını gururla taşımaya gönüllü olanların, eşitlikten bahsetmek için yarışanların sırtlarını yasladıkları duvarlar, Whitehead'in anlattığı öyküyle yere iniyor; bir kadının kendi yolunu çizerken ödediği bedeller, Yeraltı Demiryolu'nun -bir ihtimal- özgürlüğe çıkan tünellerini açıyor. Whitehead'in romanı bildiğimiz bir öyküyü hiç hayal etmediğimiz bir biçimde anlatıyor ve insan, empatisini yitirdiğinde dünya kıyamet yerine dönüyor. (İnsanın empatiye olan inancı, kendine dair yarattığı en büyük illüzyon olabilir mi? Peki dünya, daha ilk günden itibaren zaten kızılca kıyametin koptuğu bir yer değil mi?) Taş, kağıt, makas... Ya da şöyle: Kırbaç prangadan, cesaret ise ikisinden de üstün olabilir.

Bazen demeli belki de.

İnsan direndikçe yaşar, orası öyle.

9 Ekim 2017 Pazartesi

Yol



Amerikan edebiyatının en yeni yıldızı Colson Whitehead’den yayımlanır yayımlanmaz çağdaş klasikler arasında anılan cesur ve sarsıcı bir roman: Yeraltı Demiryolu. Whitehead, Amerika’nın adeta bağırsaklarını deştiği bu romanında “rüya” ülkesinin geçmişine uzanıyor ve okurunu uzun zaman terk etmeyecek ilham verici bir mücadele öyküsü anlatıyor. Dünyada bir başına kalmış bir kadının, Cora’nın dünyaya kafa tutma öyküsü bu; öldürmeyip güçlendiren darbelerin, birer nişan gibi taşınan yara izlerinin ve zamanı gelince ya ödenen ya da ödetilen bedellerin öyküsü. Öyle bir öykü ki, çağın karanlığında pırıl pırıl parlıyor ve dört bir yanı saran kötülüğün bataklığında kaybolan ruhlara kuzey yıldızı misali yön gösteriyor.

Whitehead’in romanı Amerika’ya getirilen ve köleleştirilen bir kadının, Ajarry’nin öyküsüyle başlıyor ve oradan bir başka kadına, Cora’nın serüvenine uzanıyor. Cora, Amerika’yı bir ucundan diğerine kat ediyor, ne var ki manzara, aradan zaman geçse bile pek değişmiyor. Whitehead’in dâhiyane icatlarıyla Yeraltı Demiryolu, bir düşü gömmeye yetecek soruların ağır yanıtlarını Amerika toprağına ince ince işliyor ve akıllardan silinmeyecek bir okuma tecrübesi vaat ediyor.

Eleştirmenlerden tam not alan, çoksatarlar listelerinde aylar boyunca bir numarada kalan ve ödüllere doymayan Yeraltı Demiryolu, Sefiller’den Sevilen’e uzanan bir yelpazede yer alan engin çağrışımlarıyla son yılların en önemli ve en çok ses getiren kitaplarından biri.

(Görselde Jean Michel Basquait'e ait bir iş: Köle Mezatı.)

6 Ekim 2017 Cuma

N-n-n




Vallahi ben de şaşkınım ama gelsin bakalım: N-n-n!

Yeni film: Woody Allen'dan Wonderwheel; Kate Winslet, Justin Timberlake, vs. Beş kitap; Woody Allen öneriyor. Film Top 10: Woody Allen. Ölmeden Önce Okumanız Gereken Bir Oyun: 'Ölüm.' Woody Allen'ın Bergman'ın ardından yazdığı veda metni.

Yeni kitap: Colson Whitehead; Yeraltı Demiryolu. Oscar'lı Barry Jenkins, Yeraltı Demiryolu'nu sinemaya uyarlıyor; şimdiden söyleyelim. Colson Whitehead'in kıymeti pek de bilinmemiş özgün romanı Bölge Bir için sizi  önce buraya, yazarın Yeraltı Demiryolu'nu yazarken sık sık dinlediğini söylediği Sonic Youth'un kült albümü Daydream Nation için sonra buraya alalım. Bizim bu kitabın hazırlık aşamasında dinlediklerimiz için ise Spotify listemize buyrun.

Dün yine bir edebiyatçıya verilmesiyle gönüllere su serpen Nobel Edebiyat Ödülü'nün ardından bir yıl geriye gidelim ve kimlerimizin ruh haline tercüman olan Irvine Welsh'in zehir zemberek Bob Dylan twit'ini not düşelim: "Ben Bir Dylan hayranıyım ama bu, abuk sabuk konuşan bunamış hippilerin leş kokan prostatlarından çıkma kötü kotarılmış bir nostalji ödülü." Akademi'nin amacı neydi bilemiyorum ve Welsh'ten başkasının böyle bir lisanın altından kalkabileceğini sanmıyorum ama Bob Dylan'ın ödülü sahiplenme konusundaki isteksizliğinin de yabana atılmaması gerektiğini düşünüyorum - bir de şöyle bir soru var tabii: Kim tutup da Nobel'e edebiyat bahsi oynar, bu edebiyat düşkünü bahisçiler kimdir, nedir? Neyse, bu bir yana, bu bahsi en sevdiğim Nobel konuşmalarından biriyle, Svetlana Aleksiyeviç'inkiyle noktalayalım: Kaybedilmiş bir savaş üzerine.

Bizden bir yeni baskı haberi: Tepedeki Ev. Shirley Jackson'ın başyapıtı, yeni kapağı ve gözden geçirilmiş yeni baskısıyla şimdi tüm kitapçılarda. Haberlere göre Netflix, bu muazzam romanı on bölümlük bir dizi olarak sunacak; Crispin Glover'ın uyarladığı Biz Hep Şatoda Yaşadık ise bu yılın filmleri arasında görünüyor, ama siz, bana sorarsanız, uyarlamalardansa kitapları yeğleyin.

Son zamanlarda bir Orwell bahsi yürüdü gitti yine; bu bağlamda yazdan kalma bir yazı: Geleceğe Dönüş, 1984 ve Orwell'in İntikamı. Üzerine, Loui Jover'e ait bir iş: Orwell'in Yapıbozumu. Yanında dursun: Pink Floyd ve Pigs. Son olarak Orwell etkisinde popüler müzik ile bu paragrafı kapatalım: Orwell'in ilham verdiği 10 Şarkı.

Popüler kültürün en meşhuru, Stephen King'in Pennywise'ı hazır vizyona dönmüşken ve Valeria Luiselli'nin Dişlerimin Hikâyesi'nde palyaço bağlamında bir değini bulunması vesilesiyle palyaço paranteziyle lafa devam: Ugo Rondinone ve palyaçoları. Üzerine, Aysu Önen'den harika bir yazı: Artık hiçbir şey komik değil. Edebiyat demişken Heinrich Böll'ün Palyaço'su; ardından blog yazarınızın en sevdiği hain palyaço: Krusty the Clown. Halen palyaço derken tüyleriniz diken diken olmuyorsa o zaman Bruce Nauman ve Clown Torture ile bu korkunç bahsi kapatalım.

Notlarım, derlenmemekten köpürmüş adeta sevgili blog okuru, ama bir ucundan tutmak şart, değil mi? Mevsim dönümü depresyonundan mustarip olanlara kitap okumalarını önerir, sizleri, hafta sonunun eşiğindeyken Ariel Pink'in Another Weekend'i ile selamlarım. (Yukarıdaki görselde Wonderwheel'in setinden Kate Winslett, bizlerin bilmediği bir sırra vakıfmış gibi gülümsüyor.)

İyi tatiller!




5 Ekim 2017 Perşembe

Nobel'i kim almadı?


Esasında bu yazıyı, Nobel Edebiyat Ödülü'nün bu yılki sahibi açıklanmadan önce yazacak ve 'Nobel'i Kim Almayacak?' diye başlıklandıracaktım ama kısmet olmadı, geciktim.

Madem öyle, Nobel'i bu yıl:

Her yıl bahis sitelerince iteklenen favorilerden biri almadı.
Nispeten az bilinen ve ödülle beraber dünyada daha çok tanınacak bir figür almadı.
Geçmiş güzel günleri anımsattığından Homeros ile kıyaslanmak zorunda kalan bir müzisyen almadı.
Muhalefetiyle öne çıkan biri almadı.
Kitapları Türkçeye henüz çevrilmemiş biri almadı.
Haruki Murakami almadı. (Bana sorarsanız Bob Dylan kadar abes, fakat lobisi çok güçlü.)
Bir kadın almadı. (Nobel Edebiyat Ödülü'nü alan yüzden fazla yazardan (Bob Dylan dahil) yalnızca on beşi kadın.)

Liste daha uzar ama ödülü Ishiguro'dan başkası almadı, öte yandan çoğu insan rahat bir nefes aldı: Ödülü alanın edebiyatçı olup olmadığını tartışmaya gerek yok geçen yılki gibi, çok şükür. Ödülü alanı kutlayıp edebiyatı edebiyat üzerinden kendimizce yargılamaya devam; ödül komitelerine teslim olacak, kendi beğenilerimizi salt onlara dayandıracak değiliz ki ona da şükür. (Bunu söyleme gereği duydum çünkü ödül alanı yüceltmektense almamış olanı yermek gerektiğini zanneden bir kitle mevcut, karışıklık olmasın.)

Yukarıdaki görsel 1977 yılından; Ishiguro gönül telini titreten romanlarını kaleme almadan önce, müzikle oyalanırken görülüyor. Şahsi tavsiyem: Yeni başlayacaksanız Beni Asla Bırakma'ya bir şans verin, iddialıysanız Avunamayanlar'la, klasikçiyseniz Günden Kalanlar ile devam edin.

Kapanışta eski bir şarkı Radiohead'den gelsin öyleyse: Everything in its Right Place.








3 Ekim 2017 Salı

Bağlam




"Şeylerden ziyade hikâyelerden oluşan bir dünyada yaşıyoruz."*

Madem hikâye dedik, o zaman söze gerçek bir hikâye ile başlayalım: Valeria Luiselli, 2015 yılında Dişlerimin Hikâyesi ile Amerikan Ulusal Kitap Eleştirmenleri Cemiyeti Ödülü'ne aday gösterildi. O zaman henüz 32 yaşında olan Luiselli, Roberto Bolano ve W. G. Sebald'dan sonra çeviri bir metinle bu onura layık görülen üçüncü yazar. (İşte size gerçek bir hikâye.)

Sözü Luiselli'ye bırakalım:

Maurizio Cattelan imzalı içi doldurulmuş köpeği satın almak için, bir fabrika işçisinin ne kadar mesai yapması gerekir? (Bu kitabı yazarken) ana fikir şuydu; yazarların, felsefecilerin ("değer" taşıyan figürlerin) isimlerini alacak, onları anlatıya dahil ederek birer nesne gibi kullanacaktım. Edebiyat kanonundan çekip aldığım bu isimleri fabrikaya atacaktım yani. Bir sanat eserini alıp bağlamından nasıl koparırsanız, aynen öyle. 

Fabrikanın Walter Benjamin'le ne alakası var diyorsanız, Proust'un ya da Virginia Woolf'un Meksiko'da bir kasabada düzenlenen mezatta ne işi olabilir diye düşünüyorsanız o zaman Dişlerimin Hikâyesi'nin icatlarına şaşabilirsiniz.

Hikâyeniz bol, bağlamlarınız uygun olsun.

(Girişteki alıntı Jonathan Safran Foer'in How Not To Be Alone başlıklı konuşma metninden. Görselde Maurizio Cattelan'a ait bir iş - isimsiz ya da diğer adıyla Picasso.)